Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Aralık 2015 Cumartesi

Bi' takım düşünceler

Bazı şeyler  hiç değişmese  keşke. 
Oğlum hep süt koksa,
Bir zamanlar en yakın arkadaşım ve tek dostum olan lise arkadaşım aynı samimiyetle tekrar hayatıma girse,
kimse kimseye iki yüzlü davranmasa, doğal olsa ve o kişiyi hayatına almak isteyip istememe kararını saygıyla karşılayabilse, insanlara gösterdiğim özeni aynı şekilde onlardan görebilsem, daha az dedikodu yapabilsem,  daha fazla sevap işlesem, böylece ölmekten de daha az korksam, benim arkamdan da daha az konuşsalar, bendeki hatır kredilerini son zerresine kadar zorlamasalar,  hep başkalarının hayatıyla ilgilenmeyi bir kenara bıraksak, başkalarının üzerinde hem ruhsal hem fiziksel fıldır fıldır dolaşan gözlerimizi azıcık da kendi üzerimize çevirebilsek, birazcık görebilsek, kalbimdeki kumbaraya daha fazla iyilik atabilsem, sevdiğimize "yara" değil de "yar" olsak,  hayati da hep yerli malı haftasında bonibonlu kurabiye gören çocuk sevinciyle yaşasak, olmadık zamanlarda akmaya hevesli gözyaşlarım için daima çantamda fondoten ve rimel taşımak zorunda olmasam, yaptığı şeyden memnun olup "ay kendime teşekkür ederim" diyen annem gibi -bazen bile olsa-kendimi sevebilsem, geçmişin geleceği etkilemesine bu kadar izin vermesem... ve daha bir sürü şey...

15 Kasım 2015 Pazar

öf pöf

                 
Anlık yaşıyorum her şeyi. Aniden parlayip aniden sakinleşiyorum. Yaşlanıyorum ama galiba bir türlü büyüyemiyorum. Çabalıyorum, didiniyorum ama memnun edebildiğim tek bir kişi bile olduğunu sanmıyorum. Eski uğraşlarıma dönmek istiyorum ama vakit bulamıyorum. Yine de umutluyum. Evet ailece mutsuz şeyler yaşadık üst üste. Bunda benim payım da yadsinamaz. Babamı kaybedeli yüz yıl olmuş gibi geliyor ama daha beş gün önce üçüncü ay bitti. Oğlumu mutlu ediyorum saniyorum ama öyle eften püften sorunlar çıkarıyor ki kendi kendime  neden diye sormaktan kaç bin beyin hucremi helak ettim bilmiyorum. Hani büyük olsa çocukluğuna ineyim diyeceğim de zaten küçücük.  Düşün düşün bulamıyorum. Veya sadece çocuk işte yapar diyip geçmek daha mı iyi bilmiyorum ki. Eskiden kendimi dinlemeye vakit ayirirdim. Özellikle bunun için zaman yaratırdım.  Artık pek hatta hiç yapamıyorum. Içimde birikenleri sakince bir oturup düşünemiyorum. Bu yüzden de sanki hafiften ruhumu zehirliyorum gibi geliyor. Ne yapmalı ne etmeli azıcık uzaklaşabilmeli. Hatta pek zamanı değil ama bu fotoğrafın çekildiği şehre gidebilmeli.

10 Kasım 2015 Salı

Toz duman

Bugün radyoda eskilerden bir parça denk geldi. Yaşar'dan "beni koyup gitme". Dinlemeyeli o kadar uzun zaman olmuş ki. Bir zamanlar çok severdim. Çok anlamlı gelirdi. Şimdi ise müziği insanı başka anılara daldırıyor. Vay bee neler yaşadım, türünden şeyler. Şarkının sözleri aslında pek bir manidar. "Seninle gelmeyeceğim, yine de beni koyup gitme ne olursun". Tam benim tarzım. Ben bir sey demeyeyim ama keşke gitmese. Hayatım hep öyle geçti. Çoğunlukla ben terketmis olsam da, bunun sembolik bir durum olduğunu,  asıl terkedenin insanı bırakıp gidecek duruma getiren olduğunu bir turlu anlatamadim kimseye. Tabi bir de kalanın durumunun gidenden daha zor olduğunu da düşünenlerden olduğumu da belirtmek isterim. 
Kendimle başbaşa kalmayı hep cok sevdim. Bazen istemeden bazense gönüllü olarak. Çoğunlukla hadi  "içimdeki çocuk"la biraz oynayayim iyi gelir derken, dönüp baktığımda onun  çoktaan gitmiş olduğunu gördüm. Güçlü görünmeye çalışmak en sevdiğim zaten. Hep de ya gözüme bi' şey kaçar ya da soğan çok acı çıkar. Ya da rüzgardan toz zerrecikleri gözümü yaşartır. Kimse de ustelemez. Cok iyi bahane üretirim. Sonbahar da bitti. Artık mevsim kış. Gözüme kaçacak toz duman çok olur mu bilemiyorum.  Ama şundan eminim  ki bu kış da en az geçen yıl olduğu kadar sert geçecek. 

8 Kasım 2015 Pazar

sen geçerken sahilden sessizce...

        Hayat tüm yogunlugu ve kosturmacasiyla devam ediyor. Zaten havalar da sogudu, depresif ruh halimden gecilmez artik. Aglamali, yagmurlu yazilar eklerim arada. Sağolsun Deep benim mim yapmayı ne çok sevdiğimi bildiğinden artık nerdeyse hepsine beni de ekliyor. Kendisine teşekkürü borç bilirim efenim. Bugünkü mimimiz ise deep sayesinde keşfettigim Ebrar'in tatlı blog sayfasından bir alıntı.  Bir fotoğraf seçiyoruz ve onun hissettirdiği, hatirlattigi şeyleri karaliyoruz. Benim çok sevdiğim bir iş. Eskiden fotoğraflara küçük öyküler yazardım. Tam benlik yani. Aslında daha uzun yazmak isterdim ama şimdilik idare edelim.

"Zaman alışmayı öğretir belki ama unutmayı asla...
Zamanla hersey silinir  sanıyor insanoğlu ama kandirmacadan başka birşey değil. Hicbirsey silinmiyor. Sadece ve sadece erteleniyor. Ve öyle bir an geliyor ki onca zaman içinde kendini kandırmış olduğunu anlıyorsun. Sonuç; hüsran. Başa dönüyorsun, geldiğin noktaya. Işte başladığım noktadayim şimdi. Herşeyi yeniden yaşamaya gücüm yok, ama yine de kaybettiğim ve belki de bir daha asla yakalayamacağım, yasayamayacagim yaşantıların hayalini kuruyorum. Geçmişi düşününce kafamda beliren tek bir cümle var: Herşey için çok geç.
Günlerdir yağmurlar yağıyor ruhuma. Hızını hiç kesmeden nasıl böyle aralıksız yağıyor anlayamıyorum. Aslında çok da Şaşmamak gerek. Ben üç saat boyunca nefes bile almadan aralıksız aglayabiliyorsam...
Kapattım gözlerimi. Bir daha açmamak ümidiyle. Herşey kararsın, aydınlık görmek de istemiyorum. Çok geniş, kocaman, uçsuz bucaksız bir denizdeyim. Turkuaz renkli. Küçücük bir saldayım ve sürüklenip gidiyorum. Deniz ve akıntı beni nereye sürükleyecek bilmiyorum. Merak da etmiyorum. Eskiden olsa yardım çağırmak için yollar arardım. Ne bileyim, helikopter geçse el, kol falan sallardım. Ya da yakınımdan bir gemi geçsin diye dua ederdim. Şimdiye sadece denizi seyre dalıyorum. Umutlar büyüterek sabrediyorum."
Benim mimlemek istediğim tek kişi sonik hanim. Onun cümlelerini merak ediyorum çünkü. O da şu ara yazmaya pek vakit ayiramiyor ama yine de ben mimlerim ve giderim:)

29 Ekim 2015 Perşembe

Bile Bile

   
Sana bölünüyorum defalarca. Hiçbir matematik işlemi yeniden toplanmamı sağlayamiyor. Önümdeki kitabın kapağındaki kadının gözlerinde kendimi görüyorum. Tutamıyorum kendimi. Çarpılarak aglıyorum. 
    Tutuyorum sonra kalbimin elinden, başını ve sonunu bilmediğim yolculuklara çıkıyorum. Geçtiğim yerleri, aştığım ve aşamadıgım herşeyi; soyut, somut varoluşlari gösteriyorum ona. Varlığımdan pişmanlık duyup ölmeye karar veriyorum; korkakligim tutuyor, beceremiyorum. Elimde aşkım, kendime saplayamadan kalakaliyorum. Siyahlardan siyah beğeniyorum, daha karayı bulmaya çalışıyorum. Malesef bunda hiç de zorlanmiyorum. Tüm renkleri siliyorum hafızamdan. Renk duyumsamalarim sıfırlaniyor. Kırmızı, mor, mavi, yeşil sağırı oluyorum. Kulak zarımı delebilmek için elimden geleni yapıyorum. Hatta çığlıklar atarak aglıyorum. Ama... hâlâ sağlam kulaklarım. 
    Acılar içinden acı seçiyorum. Binlerce çeşidi varmış meğer. Her gün birini yaşıyorum. Doyamiyorum üzülmeye. Dozunu arttırıyorum. Her gün biraz daha, daha fazla... Ta ki bedenim ve ruhum acıyı hissetmeyecek kadar uyusana dek. Sonra yağmur yağıyor. Yağmur giyiniyorum. Her yanımda damlalar. Kendi gözlerimi görüyorum damlalarda. Yağmur damlalarinin aslında bilindiği gibi saydam ya da yarı saydam olmadığını görüyorum. Ben ne anlam yüklersem o oluyor küçük saf sular. Şekil ve anlam degistiriyorlar sürekli. Dayanamıyorum bir süre sonra, yağmur soyunuyorum. Atıyorum tüm ıslaklığı üzerimden. Gözyaşlarımla yağmur sularını karıştırıp bol tuzlu karışımlar elde ediyorum. Sonra yutuyorum onu, ne içtiğimi anlamadan. Tatsız, tutsuz birşey olduğuna inandırıyorum kendimi. Gözyaşımın tuzunu itiraf edemiyorum. Kalan karışımla da yazılar yazmak istiyorum. Ama sözcükleri bir yere oturtamiyorum kafamda. Kullanmıyorum hiç ama hiç. Bir kez olsun noktalama işaretleriyle birbirlerinden koparmiyorum. Birleşik Sözcük Krallığı kuruyorlar. Beni de başkan seçiyorlar. Ben de onların haklarını koruyorum. Var olma ve sevilme haklarını...
       Sana bölünüyorum yine. Senli ve sonlu düşler kuruyorum. Seni ölesiye seviyor ve delicesine nefret ediyorum senden. Seni önce öpüyorum, sonra sana zarar veriyorum. Ben... Şizofrenlesiyorum. Dengeye oturtamiyorum bir türlü. Çevresinde dolaniyor ama bir türlü mesafeyi sıfırlayamiyorum. Aramızda hep bir yarıçap uzaklığı kalıyor. Tutuyorum herşeyi içimde, ne varsa hapsediyorum. Müebbet cezalar veriyorum duygularıma. Nefs-i mudafaadan bile yararlanamiyorlar. Sorgusuz sualsiz atıyorum zindanlara. Hiç gün ışığı gormelerine izin vermiyorum. Orada kararıp, çürüyüp yok olmalarını bekliyorum. Sonsuza dek bozulmadan orada kalacaklarini bile bile...

28 Ekim 2015 Çarşamba

Random play mim'i

  Sonunda bizi sömestr tatiline kadar bir süre daha idare edecek tatil başladı. Birkaç gün ama eminim ki çok iyi gelecek. Gerçi her tatil günü  için  şimdiden planlamalar yapıldı. Malesef ki pek boşluğum yok ancak yine de okula gitmeyecek olmak bile benim için yeterli. 
    Pek sevgili deeptone çok ısrar edince  (!) mim yapasım geldi. Ben de random play mim'ini yapmaya karar verdim. Evet başlayalım:

1. Iyi biri misin diye sorarlarsa cevabın?
Eskiden olsa yok yahu, herkes kadar iyiyim, öyle farklı bir temiz kalplilik durumum yok derdim. Eski derken yaklaşık 1.5 - 2  yıl öncesini kastediyorum. Ama az zamanda çok kötü insanla karşılaşınca insan kendinin ne olduğunu çok daha iyi anlıyor. Empati yapınca ben hayatta böyle yapmazdim dedikçe daha iyi tanıyor kendini. Ve evet iyi bir insan olduğumu söyleyebilirim çünkü kimse için kötü bir düşünce geçmiyor aklımdan. Çakallik yapıp günü kurtarma gibi birsey de yaptığımı hiç hatırlamıyorum. Biz büyüdük ve kirlendi dünya ama bende hâlâ temiz bir yan var. Öyle de kalacak.

2. Kendini nasıl tanimlarsin?
Iyimser  diyesim geldi ama emin olamadım. Panik halinde oldukça pesimist olabiliyorum çünkü. Yine de simidin ortasındaki boşluğu değil de kendisini görebildiğime göre ... eğlenceli olduğumu düşünüyorum. Hayalperest ama gerçekleştirilebilir hayaller kuran. Cesur. Çoğu zaman da geveze bir insanım galiba ya. Insanların kafasını şişiriyor olmaktan korkuyorum bazen çünkü. 

3. Bir erkekte hoslandigin şey?
Dürüstlük. Koşulsuz, beyaz yalan bile olmayacak şekilde, tamamiyle dürüstlük. Bir de eğlenceli olacak. Aksi düşünülemez.

4. Bugün nasıl hissediyorsun? Bugün ve son birkaç gündür umutlu. Tekrar gülmeye başladım. Kahkaha bile atıyorum daha ne olsun.

5. Yaşam amacın ne?
Oğlumun mutlu bir hayat geçirmesini sağlayabilmek. Hayallerinin peşinden gidebilen, kendini de başkalarını onemsedigi kadar önemseyen, kadınlara saygılı, yabancı bile olsa koruyan kollayan  bir genç adam olarak yetişmesini sağlamak. Bir de artık kendi mutluluğumu da önemsiyorum. Kendi umutlarımin da her mevsim yeşil kalması için çabalıyorum.

6. Hayat motton ne?
Bilmemek mutluluktur. Denedim yüzde yüz çalışıyor. Hosuna gitmeyen bir konuyu ne kadar çok kurcalarsan o kadar tatsizlasiyor. Grip olmuşken internette biraz araştırma yapınca kanser oldum ben diye doktora gittiğimi biliyorum. Bir de sanırım bir miktar "One life, Live it!" olabilir. 

7. Arkadaşların senin hakkında ne düşünür?
Kimseye sormadım bugüne dek ama sanırım komik ve kötü gün dostu olduğumu düşünüyorlardir. Acil durumlarda ilk aranan olduğum çok oluyor çünkü.

8. Ailen senin hakkında ne düşünür?

Bile bile lades diyen, bilinçli olarak hatalara sürüklendiğimi düşünüyorlar bence. Hep bu yönde eleştiriler duydum bir süre çünkü. Şu an ise annem tamamen inatçı bir kadın olduğumu söylüyor. Hatta bizim ailede benim kadar inatçı kimseyi görmediğini de ekliyor. Haklı mı? Haksız değil diyelim.

9. En çok düşündüğün şey? 
Şey? Insan soyleyemiyoruz demek ki. Yoksa iki isim var aklımda. "Şey" dersek de bitirmek istediğim felsefe ve tamamlamak istediğim akademik bir çalışma. Ikisi de zihnimi 7/24 meşgul ediyor desem yeridir.

10. 2+2?
Onu bilmiyorum ama 1+1'in bazen 2 ' den fazla ettiğini düşünüyorum. Öyle bir bütünleşme düşün...

11. En iyi arkadaşın hakkında ne düşünüyorsun?
Şu an iki tane en iyi arkadaşım var. Ve ikisi de son derece samimi ve eğlenceli. Hani sohbetine doyum olmayan, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım. Ikisi de ölene dek hayatımda kalsın istiyorum.

12. Hayat hikayen nedir?

Aslına bakarsan çok iyi kurgulanmış bir öykü. Tüm karakterler en iyi şekilde yerleştirilmiş. Ve kişilik betimlemeleri çok iyi yapılmış. Giriş kısmı gayet başarılı. Maddi manevi rahat geçiririlmiş  bir bölüm. Gelişme kısmı üniversite ile başlar sanırım. Iyi arkadaşlar, kötülük yapan kimse olmamış. Kazık yeme durumlarına da pek rastlanmamış. Son dönemde ağır aksaklıklar olmuş tabi senaryo gereği ama yere kapaklandiysam bile her seferinde kalkıp dizlerimdeki tozları silkeleyip yola devam edilmiş. Halen de ediyorum. Sonuç bölümünden de umutluyum. Herşey güzel olacak. Bekle gör politikası izleyeceğiz.

13. Büyüyünce ne olmak istiyorsun?
Fotoğrafçı filozof. Bir de hep yaşlanan ama hiç büyümeyen bir homo sapiens.

14. Hoslandigin insanı görünce ne düşünürdün?
Saçlarım iyi görünüyor mu? Şaka tabi. Umarım sohbeti de eglencelidir diye düşünürüm.

15. Düğününde hangi şarkı ile dans edeceksin?
Bııızzt  geçiniz. 

Gelelim benim kimleri mimleyecegime. 
eli yüzü düzgün öğretmen kız ve de Berkay Abalı yi seçtim gitti. Hadi bakalım...






24 Ekim 2015 Cumartesi

wonderful tonight

"Renkler  içinde  en deli renktim, 
Yemin ederim ben en çok seni sevdim ..."

   Hayal kurmayı unutalı o kadar uzun zaman olmuştu ki. O kadar uzun süredir boşluğa bakıp kimseyi düşünmüyordum ki, sanırım  biraz afalladım. Umut etmeyi bile kendime ihanet olarak görüyordum. Yaşadığım onca olumsuz deneyim yüzünden kendimi öyle suçluyordum ki adeta mutlu olmayı  haram kıldım kendi kendime. Hep kötü tecrübeler,  hep bir diken üstünde oturmalar, hep temkinli davranmalar. Kendimi anlatmaya bile usenir  olmuştum. Ben yıldızları gösterdikce parmak ucuma  bakan insanlar. Hep güçlü olmaya çalışmak, hep gözyaşlarını saklamak. Küçük çocuklar gibi ağlamak için gece olmasını beklemek... Yastığa kafamı gömüp içime akittigim damlalarimin yastık kılıfinin  üzerinden buharlaşmasini  kaç gece izledim saymadim bile. Tüm bunlar insani nasıl yoruyor anlatamam. Yaşlanıyor insan. 30'lu yaşlarındaki bedenim 100 yaşındaki ruhu taşıyamaz hale geliyor. En sonunda da ammmaannn  beee diyip herseyi olduğu gibi bırakıyor. 
    Ama zaman yerinde saymıyor. Herşey gelip geçiyor. Cam kırıkları kalbimi acıtmaya mutlaka ki devam ediyor. Arkada Eric Clapton "wonderful tonight"  söylüyor. Ve ben dinlemeye kalbimin dayanamayacagini sandığım tüm  parçaları tekrar açıp  dinlemeye başlıyorum. Sağanak yağış altında kimsenin olmadığı bir sokakta avuç içlerimi gökyüzüne çevirip yüzümü yerden kaldırıyorum. Inatla gözlerimi kapatmamaya çalışıyorum. Tatlı su... gözyaşımın tuzundan sonra nasıl da iyi geliyor. Gulumsedigimi kimse görmesin istiyorum. Koskoca kadınım ya hiç yakışık almaz. Ayıplarlar  mazallah. Birinin yüzü geliyor gözümün önüne. Yüzünün tüm hatlarıyla zihnimde beliriyor. Içime  umut dolduran. Üzmeye, kırmaya ödümün koptuğu. Saçlarım islaniyor. Yağmur iyidir saçı güçlendirir. Yok o nisan yağmurları için geçerliydi sanırım. Sardığım yaralarım tekrar kanarsa diye ölesiye korkuyorum. Ama kendimi alamıyorum da yaşamaktan.   
    Yağmur devam ediyor. Artık gözlerimi hiç açamaz hale geliyorum. Saçlarım yüzüme yapışmış yürümeye devam ediyorum. Telefonu alıyorum elime. Damlalar doluşuyor ekrana. Üç kelime yazıp gönderiyorum. Gerçekten hakettiğini düşündüğüm kişiye. Şarkının son cümlesini de ben tamamlıyorum:
"Oh my  darling,
you were wonderful tonight".


Fotoğraftaki yazı da 2003 yılındaki günlüğümden alıntı. Defterin fotoğrafı yani :) herkese sevgiler. 




24 Eylül 2015 Perşembe

umutlu bayramlar...

En son 4 yıl önce bu kadar yalnız bir bayram geçirmiştim. Ailemden ayrı ilk bayramimi, umutlarla gittiğim yabancı bir şehirde ilk gününü tek başıma geçirmiştim. Nasıl hüzünlü, nasıl dokunaklıydi. Sonradan kat kat hüzünlü günlerim hatta aylarım olacağından habersizdim elbette. Sonra başka bayramlar geldi, başka özel günler,  Başka herkesin tüm sorunları rafa kaldırıp mutlu geçirmeye çabaladigi ama bizde hicbirseyin degismedigi günler. Hepsinde yine yalnızdım. Hepsi geçiyor, gidiyor, unutulmuyor da eskisi gibi hatirladikca kalbini delik deşik etmiyor. Tabi kalbindeki cam kırıkları,  kalbin attiginda ara sıra kanatmaya  devam edebiliyor. O ayrı.
Bu bayram oglumla yine yalniziz. Annem ve abim sehirdisinda. Ana-ogul kaldık. Dalga geçerek söyleyip üstüne bir gülümseme eklesem de gerçekten "başta ana yok baba yok" durumu oldu. Böyle zamanlarda yaşın çok önemi olmuyor bence. Hep bir eksik kalıyor insan. 32 yaşındayım ama yine de üzülüyorum. 
Bir de...
Beni asıl yakan babamsız ilk bayramim olması. Ilk kez suratimda hınzır bi siritmayla  "babacığım alayım harçlığımi? " diyemedim. O da yasima basima bakmadan hep harçlık verirdi mekani cennet olsun. Son 2 senedir üstüne bir de benim bucure harçlık verirdi. Benim için bayram demek büyümemek demekti. Ne olursa olsun içinde bir hevesle bayram sabahına uyanmak, içimin umutlarla dolması demekti. Oglum büyüdüğünde de bu hevesli ruh halimi kaybetmeyecegim biliyorum. Ve buyuk ihtimal o da dalga geçecek bu çocuksu halimle. Ama bu bayram çok buruk. Babamı opemedim, sarilamadim. Onun yerine gidip mezarına önce gözyaşlarımı sonra da şişe şişe suları döktüm. Ben hep konuştum babamla. Tam 45 gün oldu babam gideli. Ve ben hep onun toprağını okşayarak konuştum. Sanki orada yapayalnız kalmış ve bizi bekliyormus gibi sık sık gittim. Sanki gönül koyar, üzülürmüs gibi. Inanclarim sağlam, oradaki sadece bedeni biliyorum ama bizim için madde ön planda olunca bedenini tek başına bırakırım diye hep üzüldüm. Beni duyduğuna, dilediğine inandım hep. Hep anlattım. Ilk cümle hiç değişmedi: "babacığım ben geldim,  sen de beni özledin mi?". Giderken de hep aynı cümleyle; "şimdi gidiyorum ama yine gelicem biliyorsun hep seninleyim sakin korkma". Abimin dediği gibi farklı bir boyutta acı çekiyorum sanki. Bugün oğlum sordu: 
- annecim dedem seni duyuyor mu? 
    - bilmem, bence duyuyor. Sence? 
    - bence duymuyor. 
Belki de haklıdır bilmem ki...
Herkese hüzünlerden uzak,  mutlu ve umutlu bayramlar dilerim. 
      

30 Ağustos 2015 Pazar

Tam da bugün ...

Tam da bugün işte o gündür.
Tam 1 yıl önce bugün hayatımın akışı ters yöne kaymaya başladı. Biliyordum da yüzleşmek korkutucu geliyordu yine de. Ama işte senin korktuğunla Allah seni bir anda karşı karşıya bırakıyor. Yüzme bilmiyorken birden açık denizde tek başına kalıp çırpınarak ogrenmeye mecbur kalmak gibi düşün. Bir yıl önce bugün oglumla evi terk etmek zorunda kaldık. Bir yıl önce bu gece bilmedigimiz bir otel odasında geceyi geçirmek zorunda kaldık. Ödüm kopuyordu. Yanımda 17 aylık herseyden habersiz bebeğim. Ona belli etmemeye çalışarak ki farkında olduğundan adım gibi emindim; yabancı bir odada kaldık. Ailemden uzak, arkadaşlardan yardım istemeyecek kadar kendini güçlü sanan bir ben ve minicik oğlum. Izmir'den doneli bir saat olmuş, elimde daha açılmamış valizler,  duruma göz yuman acımasız başkaları,  kendi istedi hic acima ikisine de, başlarının  caresine baksinlar diye kulaklarımi çınlatanlar. Hergün düşünüyorum bu insanlar bunun vebalini nasil ödeyecekler. Bu yaz  başında diyordum ki, tamam çoktan unuttum. Acısı, öfkesi hafifledi ama o gün geldiğinde kalbim sizlayacak. Bunu kimseye belli etmemeliyim o gün, uzulmesinler diyordum. Hani bi deyim  var ya Allah bunu unutturacak acı vermesin derler. Bugünü unutturacak başka acı yaşadım gerçekten. Öyle ki bugün hiç mi hiç umrumda değil. Göğüs kafesimi sıkıştıran başka bir acı var çünkü. Ama yine diyorum ben. Allah'ım bunu da unutturacak başka acı vermesin inşallah. Oglum yanımda ya, sağlıklı ya...

28 Ağustos 2015 Cuma

Öyle ağırım ki kendime ...

Öyle doluyum,
Öyle ağır şeyler yaşadım ki...
Zaten zor zamanlar yaşamıştım üstüste. Tam azıcık huzur derken... Bu hakikaten "golden shot" oldu. 
Bir evladın yaşamaktan korktuğu ne varsa hepsini gördüm son 18 gün içinde. An an. Dakika dakika. Biliyor musunuz bazen gercekten zaman durabiliyormus.
 Durdu...
Burada çok sevdiğimi söylediğim yazlık ev, öyle bir acı yaşattı ki bana. Bir daha o eve gidemem sanırım. Gidemedim de zaten. 
Herşey nasıl birikti icimde, hayata dair umutlarım nasıl bir günde silindi gitti akıl alır gibi değil. Yasama yeniden dönmeye çalışıyorum. Yeni yeni tebessüm edebiliiyorum. Gulmeme hele ki kahkaha atmama daha çok var ama. Iyi ki oğlum var. Iyi ki hayatta kalmaya mecburum. Yoksa yaşadıklarımdan ötürü aklımı kacirmam işten değil. 
Ilerde belki anlatırım olanları.  Ama bu sayfayı açıp bişeyler yazmak bile büyük adım benim için ...

2 Ağustos 2015 Pazar

Sal gitsin mi?

Fazla kontrollü olmak iyi değil biliyorum. Son birkaç aydır yaptığım gibi kendine göz actirmamak, sürekli birkaç hamle sonrasını düşünerek hareket etmek, sonunda da paranoyak bir ruh haline bürünmek. Kendi haline bırakayim kendimi dedim. Nasılsa yogun bir dönemde değilim, en kötü ne olur dedim. Kötü birsey oldu mu? Bilmem ... Olmadı sanırım. Ancak Entropi yasası tüm gücüyle işledi hayatımda. Doğal akışına bıraktığım herşeyde alt-ust olma eğilimi sezmeye başladım. Demek ki kalbimi asla doğal şartlarda bir başına birakmamaliymisim. Olağan hali bozulmaya başlayabilirmis. Ve ben farkında bile olmayabilirmisim. Üniversitede ogrenciyken çok sert müzikler dinlerdim. Mezun olup hanim hanımcik öğretmen kız olunca kendime dedim ki; " aha, korktuğum şey olacak ve ben de birgün heavy metalden jazz dinlemeye evrilecegim." Oldu mu? Eh tam olarak değil. Yine okula Converse'le gittim uzun süre. Müzik zevkim de Radiohead, Depeche Mode tarafina kaymaya başladı. Halen de aynı çizgi de devam ediyor. Hala telefonumdan tüm parçaları silip yenilerini yüklerken "Weird fishes"a dokunmuyorum ve her dinleyisimde de farkinda olmadan gözlerimi kapatıyorum. Tüm hassasligimla gidiyorum geçmişe. Herzaman derim ki bir annenin çocuğuna yapacağı en büyük kötülük balık burcu olmasına sebep olmak. Hep güçlü durmaya çalışan bir balık olarak işim daha zordu daima. Bambaşka bir yerden görüyordum herşeyi. Bu da hayatımı zorlaştırıyordu dürüst olmak gerekirse. Profesyonel bir arkadaşım psikotik gen'e sahip olduğumdan emin olduğunu söylemişti. Yani normalden daha fazla bir farkındalık ve bu çoğu zaman rahatsız edici olabiliyormus. Ama bence artik o etkide değilim ve daha düzüm. Şimdi "bilmemek mutluluktur" mottosunu benimsedim. Öyle ki whatsapp'ta son görülme saatimi bile bu yüzden kapattım. Kimseyi bilmeyeyim,kimse de beni bilmesin diye. Bu en minimalize edilmiş örnek tabi. Geniş boyutta da faydasını görüyorum bu düşüncenin. 
Kendimi birakmak istiyorum. Yaşayıp göreyim bazı şeyleri, yine eskisi gibi duygusal olarak cesur olayım hatta yanımdakileri yureklendiren kisi olayim istiyorum. Fakat cok zor... Ne olursa olsun, uzaktan da olsa kalbimin kontrolünü bırakma lüksüm yok benim. Direkt olarak kendimi salma, bakalım görelim ne olacak diyebilme lüksüm yok. Ve bunun ömrümü kisalttigina bahse girerim...

28 Temmuz 2015 Salı

Yaz mim'i

   Evet efenim, yazlık keyfimize çok özenildigine dair pek çok mesaj aldım. Keşke hep birlikte böyle keyifli yerlerde olabilsek... Ama şunu belirtmek isterim ki bizim yazlık evde tv yok. Daha doğrusu 3-4 yıldır uydu bağlantısı bozuk  ve ortak bir kararla yenilemedik. Telefon kullanımına da ters ters bakan bir annem var. Yani yaz kış oraya gitmek demek biraz soyutlanma, biraz hayatlarimizla ilgili kafa yorma ve bolca konusarak aile ici iletisimi guclendirme mekani. Yani ayy aksam da oldu, bir bakalim neler var diyemezsiniz. Sadece sohbet ve okuma... Tv yeni yeni izlemeye başladım diyebilirim. Çünkü benim bucuru mümkün olduğunca TV'den uzak tutmaya çalıştım. Ilk 2 yıl TV'nin ne olduğunu bilmiyordu. AVM'de falan dev ekranlar görünce uzaylı görmüş gibi bakıyordu. Ziyarete gittiğimiz heryerde de benim bu düşüncemi bildiklerinden sagolsun arkadaslarim da cok anlayisli davranırlardi. Karşı çıkan ve gereksiz bulanlar da çok oldu fakat ben cok olumlu sonuçlar aldim. Yani tv'yi unutun:) Ayrica en bayildigim şey kafa dengi birkaç arkadaşla sakin bir mekanda sohbet etmek. Hiçbir aktiviteye değişmem. Arkadaşım N, Havagazi fabrikasındaki konser dizilerinin iptal edildiğini uzuntuyle söylediğinde "e tamam biz de muhabbet ederiz,  o daha eğlenceli bence" demiştim. Bu arada bizim Yasmin Levy konseri de yatmış oluyor. Doğum yaptığımdan bu yana film ve müzik dagarcigim stop tuşuna basılı olarak kaldı. Ne yazık ki... Hala eski bildiklerimle idare ediyorum. Sağlam bir müzik ve film arşivim var zira. En yakın zamanda yeni şeyler eklemek istiyorum. Ama kimbilir ne zaman firsat bulurum. 
Gelelim bu yazının nedenine...
Çok sevgili deeptone beni mimlemiş. Ben de isteği üzerine bizim bahçedeki "incirler olmadan" bu mimi zevkle cevaplıyorum:)

1. Senin için 3 kelimeyle yaz neyi ifade ediyor?
Çook eski yıllarda kiz çocuğum olursa ona vereceğim isim diye kafaya taktiğim şahane         mevsim ( 3 kelime olmadı ama söylemezsem olmaz), 3K meyveler (karpuz,  kiraz, kayısı) ve     güneş. 
2. Yaz aylarında ne sıklıkla kitap okuyorsun?
Minik oğlum dünyaya gelene kadar en gec iki günde bir, bir kitap bitirmeliyim diyerek sömürürcesine okurdum. Malum tatilim çok. Ancak son iki yıldır ancak haftada 1 kitap bitirebiliyorum. Ince ve akıcı popüler kültür kitaplarını saymazsak. Onlar daha çabuk bitiyor tabi. 
3. Yaz aylarına daha uygun olduğunu düşündüğün kitap türleri var mı?
Aslında yok. Hiç ayırt etmem. Fakat bu yazı geç kalmış olmakla birlikte Sabahattin Ali ve Yusuf Atılgan'a ayırdım. Dönüşümlü olarak okuyorum. 
4. Plajda kitap okuyanlardan misin?  Eger öyleyse en son hangi kitabı okudun?
Evveet bayılırım şezlongda kitap okumaya. Kitap okumak için soyutlanmis ortam arayanlardan değilim. Düğün boyutunda bir gürültü ortamı olmadığı sürece okuyabilirim. Şarteli kapatabiliyorum. Bir de eskiden, tüm vaktim yalnız ve sadece benimken sabah plaja gidip akşam gün batarken dönenlerdendim. Ama artık 2.5 yasinda küçük bir oglum var ve su an plajdaki önceliğim onun güvenliği ve eğlencesi olduğundan bir süre daha bu zevkten mahrum kalacağım gibi görünüyor. Plajda son okuduğum ise uc yil once Kuzey Kıbrıs' ta John Verdon "Gözlerini Sımsıkı Kapat" serisi. 
5. Senin için yaz mevsimi hangi renktir?
Beyaz elbette ki. Bronz tene en çok yakışan renk.

Benim mimlemek istediğim tek kişi eli yüzü düzgün öğretmen kız Hadi bakalım Tuba:)

27 Temmuz 2015 Pazartesi

yazz

Birkaç gün önce bir arkadaşım tatilin nasıl gittiğini sorduğunda ona günleri karıştırma eşiğini geçtiğimi söylemiştim. Aynen de öyle. Malum biz öğretmenler yılda 6 ay tatil yapıp (!) Yatarak maaş aldigimiz için bir yerden sonra hangi günde olduğumuzu kestirmek için birkaç saniye düşünmek zorunda kalıyoruz. Bu eşik bende hemen hemen temmuz sonlarına denk gelir daima. Ve hep derim ki "İlkokula başladığım günden bu yana hep okuldayim."
Şu ara benim bucur le en büyük zevkimiz birlikte kitap okumak. Kitap dediysem boyama kitabının resimlerini incelemek, bitmeyen sorular sormak veya resimli masal kitabının resimlerine bakıp kendi kendine hikâye anlatıp bana onaylatmak. Bu durum benim kitap okuyup onun oyuncaklarla oynaması durumuna geçebiliyor. Yazlık evimizin kocaman bir bahçesi var ve orada onu daha özgür birakabiliyorum haliyle. Kirlenme konusunda da aynı şekilde. Hele ki kedi köpek kardeşliğimiz yine had safhada. Arkadaşıma bembeyaz bir kediyle yanyana oturmuş fotoğrafını yolladigimda "kedi heykeli mi o, nasıl öyle yakın oynayabiliyorlar" demişti. Ana oğul denize olan sevgimiz zaten bir başka. Sonuc olarak ufak tefek sıkıntıları saymazsak son 5 yılın en rahat tatilini geçirdiğimi söyleyebilirim. Ben de azıcık da olsa kendimi dinleyebiliyorum. Uyku saatlerinde özellikle. Yoksa günün diğer saatlerinde full mesai. Benim bucurun baya çenesi düşük. Sürekli sorular. Bazen başımdan savmak için gecistiriyorum. O zaman da herşeyin farkında ve "annecim duy beni!" diyor. Kiyamiyorum elbette. Soru-cevap tekniğiyle bir süre daha boğuşmam gerekecek sanırım. Ama olsun sağlıklıyız ya...
Sonradan not: ilk satırda "bir arkadaşım" diyerek bahsettigim arkadaşım Demir Bey  e de sevgilerimi sunuyorum:)

22 Temmuz 2015 Çarşamba

içerde çocuk var

Bayram tam da düşündüğüm gibi oldu. Benim bucurun duygusal açlığını kapatmak için ekstra eğlencelerle dolu bir bayram geçirdik. Ben zaten hali hazirda tatilde olduğumdan tatil bakımından pek birsey değişmedi tabi ama bayram ruhu ayrı bir heyecanlandıriyor insanı yine de. Yukardaki kare de yine benim minigin denizle yaşadığı büyük aşkın göstergesi bir kare. Ama tüm cocuklar bu kadar şanslı olmayabiliyor. Artık ne kadar şanslıysa...
Aslında bu yazıyı yazmamın nedeni başka birşeyden bahsetmek. Hayatım boyunca belli donemlerde hep kendi hayatımın dışında birilerinin hayatını da düzeltmek, insanlara bu konuda yardımcı olmak adına somut bir gayret içinde oldum. Ki herkesin boyle olmasi gerektigini dusunenlerdenim. İlk olarak üniversitede TOG için gönüllü çalıştım. Maddi yardımda bulunacak durumda değildim bu nedenle de öğrenci halimle gönüllü olarak birseyler yapmaya çalıştım. Sonra birgün yanımdaki başka bir arkadaşla afiş asma konusu yüzünden tartışınca o gün tüm çalışmalarımı bıraktım. Zaten hiç grilerim olmadı. Siyahların ve beyazlarin arasında gidip geldim. Herneyse; Toplum Gönüllüleri için çalışmayı bırakınca boş durmadım tabi. Daha sonraki zamanlarda da "Sesli Kitap Gönüllüleri" için çalıştım. Bunun mantığı da görme özürlüler için internet ortamında kitap okuyup bu kaydı siteye yüklemek seklindeydi. Araya başka başka çalışmalar da girdi. Köy okullarindaki öğrencilere kardes okullar bulup kırtasiye, oyuncak ve giysi yardımı da yaptık çok fazla. Çocukların en çok beklediği şey oyuncakti elbette ki. Simdi de baska bir yardim organizasyonu kesfettim. Cezaevinde annesiyle birlikte mahkumiyet yasayan cocuklar icin anaokulu yapma projesi. Bu cocuklarin hicbir gunahi yok. Anneleri evet suclu olabilir, suc islemeye mecbur kalmis da olabilir fakat onlarin hic ama hic sucu yok. En aciklisi da bu cocuklar 6 yaşına kadar anneleri ile kalıyorlar, sonrasında sahiplenecek bir akraba vs yoksa Sosyal Hizmetler devreye giriyor. Iste 6 yaşına kadar cezaevinde kalan bu cocuklar kısıtlı süreler için anaokuluna gidiyorlar fakat tekrar demir parmakliklar arasına dönüyorlar. Bu projeyle cezaevi bünyesinde, bu cocuklar icin okullar yapilmasi hayali var. Bence www.icerdecocukvar.com adresinden bir inceleyin derim. Blogumun takipçi sayısı çok değil, zira benim de takip ettigim blog sayisi az fakat pek cok blogu okuyorum. Ancak istatistiklerden günlük okunma sayısının oldukça fazla olduğunu görüyorum. Buraya baktiktan sonra yukardaki siteye bir göz gezdirseniz? :) ayrıca bu röportaj da bu hafta yayınlandı. En azından bunu okumak size fikir verecektir.

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Yaşasın bayram :)


Geçen yıl bu zamanlar hayatımın rotası bambaşka bir yöne kaymaya başlamıştı. Ha bu beklenmedik bir durum muydu?  Aksine uzun zamandır benim de kendimden beklediğim bir karardı. Zira bir insan eşinden evet vazgecebilir ki bu durumu hem kendimde hem karşı tarafta fazlasıyla gördüm. Ancaak,  600 km yol gelip 15 aylık minigi görmeden kendinden beter aile bireyleriyle bir 600 km daha yapıp bana cehennem olan o şehre dönmenin asla ama asla mantıklı bir açıklaması olamazdı. Yakın olduğum insanlara detaya girmeden yaşadıklarımı anlatırken söylediğim ilk cümle "ben bu dünyada cehennemi gördüm" oluyor. Evet fiziksel şiddet asla yaşamadım. Olsaydı hersey çok çok daha önce biterdi. O kadar da değil yani. Ama psikolojik olarak her türlü işkenceye maruz kaldım. Herneyse sonuçta geçen ramazan bayramında İpler tamamen koptu, kararlar verildi,  gereken sinir krizleri,  ağlama nöbetleri yaşandı. Yeniden yola koyulma gücü bulduğumda da adımlar atıldı. Sonraki altı ay kadar bir zaman zarfı ise apayrı bir yaşamdı benim için. Evimi ayırdım. Oğlumu kucağıma aldım, ailemin sonsuz yardımı ve desteği ile yeni bir sayfa açtım. Sayginligiyla tanınan aileme bunları yaşatmak çok koydu bana ama onlara da hep aynı şeyi söyledim: "Bunların olmaması için çok çabaladim,  özür dilerim. " Sonrasında dava açıp tarih beklemeler, dilekçelerde yazılmış üçüncü sınıf senaryoları okuyup sinirlenmeler,  bir yandan tek maaşla ev kirası, oğlumun bakıcı masrafı, faturalar vs... Ama dedim ya ailem maddi manevi hep yanimdaydi. Maddi olarak birsey almadım çok şükür. Bu da benim kararımdi. Bu anlamda şanslı gruptanim. Çünkü benim durumumdaki pek çok kadının yalnizlastigini biliyorum. Ağır Ceza hakimi abimin kizkardesinin adlî işlerinin peşinde koşmasi da ayrıca bir ironikti. Neyse sonuç olarak dogdugum, büyüdüğüm,  okuduğum, kpss' ye asilip ilk seferde kadrolu atanmayi başardığım şehrime geri döndüm. Arada çok numaralar gördüm. Yaşadıklarım olmasa bu Oscarlık oyunlara ikna bile olabilirdim. Yine de oğlum için tepki vermedim ve sadece izledim.
Aradan bir yıl geçti. Yine bir Ramazan Bayramı. Bu kez geçen bayram gibi değil dedim. Herşey süt liman. Kılıçlar kınlarına çoktan kondu. Ateşkes ilan edildi. Oğluma bayramliklar aldık. Dayısı ve esi süper şahane hediyelerle geldiler. Bayramın ikinci günü karar gereği oğlum babasını görecek. En güzel takımı da o güne ayırdım. Yalan değil bilerek yaptım. Maddi destekten ölümüne kaçınan insanlar görsün diye. Bunu saklayacak değilim. Hep de böyle yaptım. Dün bayramın ilk günüydü. Öğlen bir sms. Telefonla görüşmeyi reddediyorum ben, sesini duymak veya herhangi bir şekilde iletişim kurmak istemiyorum. Ondan gelen mesajları sadece okuyorum ve tabi ki çoğunlukla cevap bile vermiyorum. Herneyse sms demiştim.  "Oğlumu görmeye gelemiyorum." Bahanesiyle tabi. Yersen ... Benim aklımda ise tek bir düşünce var.  Koskoca bir yıl, onca yaşanmış yıpratici olaylar, hah tamam oğlum babasıyla "kaliteli" zaman geçiriyor artık diye sevinirken, o koca yılda hiç mi birsey değişmemiş? Yok malesef ... Üzgün muyum? Kendim için asla. Bana ne? Ama belli etmese de üzgün olduğunu bildiğim minicik bir yürek var. Bu da demek oluyor ki yaşasın ekstra eğlence, ekstra oyun parkları ve plajlar :)

28 Haziran 2015 Pazar

Bebeğime


Benim tatlı oğlum, 
Hayata tutunma sebebim, en yakın dostum ...
Bütün dualarım senin sağlığın üzerine.
Hep "Allah'ım onun sağlığı bozulacagina benimki bozulsun" diye dualar ettim.
İflah olmaz saçma vücut ağrılarımdan hiç şikayet etmedim. Oğlumun sağliğı için belki de olması gereken bu, diye düşündüm. Ama bu kez fena yaralandın. Hareketlilik ve bitmeyen merakın yüzünden kendi kendine bacağını yaktın. Benimse ruhsal ve fiziksel varlığımı ateşe verdin. Her baktığımda beni paramparça eden bu yanık geçsin diye türlü sebeklikler yaparak kremlerini sürmeye uğraşırken bu gece nasıl yaptığını anlamadan yaralı yeri sürtüp kanattin. Mini minnacik bacağından süzülen kan, benim dayanma gücümün son damlalarıymis aslında. Sonuç; kendi acısını unutup annesine sarılıp onun aglamasini durdurmaya çalışan iki yaşında bir küçük adam buldum karşımda. Sessizce kremlerini sürdüren ve "ağlama annem, bi daa yapmam" diyen bir şirinlik muskasi. 
Senin çabuk olgunlasmana sebep olduğum için beni affet bebeğim. Elimden geldiğince geç büyümen için çabalayacagim fakat hayat buna ne kadar izin verecek bilmiyorum. Bazen gerçekten dayanamıyorum. Korkarım hayatımız boyunca sen beni bu şekilde daha çook teselli edeceksin. Allah'im benim ömrümü, benim sağlığımı sana versin herşeyim... Hep bu fotoğraftaki gibi neşeli ve heyecanlı ol e mi...

26 Haziran 2015 Cuma

Kaç(a)mak

Dün akşam yine bizim kızlarla iki saatligine kaçamak günüydü. Yine evli olan iki arkadaşım eşleri ve çocukları ayarladilar, ben de benim bucuru yarı içime sinerek anneanneyle başbaşa bıraktım. Çok önceden bilet ayarlamasıni yaptigimiz Sunay Akın gösterisine gittik. Itiraf etmeliyim ki çoook bayildigim biri değil aslında. Artık değil demek daha dogru olur sanirim. Öğrencilik yıllarımda, ki; onun o parlak çıkış yaptığı zamanlara denk gelir, gösterilerine gitmisligim var. Sonra ne olduysa fazla tiyatral gelmeye başladı. Belki de amacı zaten bu tür birsey sunmak ama beni pek cezbetmemeye başladı. Hatta bir gösterisine çok yakın arkadaşımla 14 şubatta gitmiştik. Sevgilisiz olmanın hafif de olsa moral bozduğu zamanlardi ve bir nevi "hah kimin umrunda" seramonisiydi. Dün akşam ise tamamen arkadaslarla iyi vakit geçirmek için bir bahaneydi. Ve elbette ki çok iyi geldi. Okulun son zamanlarında gündüzleri bol bol vakit geçirme fırsatımız oldu tabi ama bu etkinlik ayrıca mutlu etti hepimizi.
Zor zamanlarin en ağır donemlerini atlattiktan sonra daha da hafiflemede, hayattan zevk alınabileceğini hatırlama konusunda en iyi yardimci iyi bir arkadaş. Neyse ki karşılıklı olarak ikimizin de iletişim becerisinin yüksek olmasından dolayı çok bu iyi arkadaşı kısa zamanda buldum. Hepimizde olduğu gibi onun da geçmişe dair travmatik anıları var. Belki dozu biraz fazla kaçmış olabilir. Ama öylesine güçlü ki, inanılır gibi değil. Dimdik durusunun ardında hayatın ona belli dönemlerde pek de nazik davranmamis olması yatıyor. Ama ruhunu beslemeyi öyle iyi başarmış ki, kader bile onu alt edememis. Kendine iyi bakmanin hayata atilacak en iyi kaziklardan biri oldugunun farkinda ve fıstık gibi olmasını da bence buna borçlu. Can arkadaşım N, iyi ki var,  iyi ki bencillikten uzak güzel bir ruhu var ve iyi ki yanımda. Tum kacamaklarda beraber oldugum, sevgili dert ortagim... Seni seviyorum bebek ... :))

25 Haziran 2015 Perşembe

gün gelecek

"Bak, bunları sana ben anlatmazsam kimse anlatmaz, dedi adam. Sonra hasret hasret baktı kadına. Ne olduğunu anlamadı kadın. Kafasini cevirdi. Hayalini kurduğu güzel şeyleri duslemeye devam etti."
Bazen zorlamamak gerekir kaderi. Annesinin etegini tutup çekiştiren çocuklar misali ucundan tutup cekistirmemek... Doğru anda vazgeçmeyi bilmek. Ama doğru anda. Doğru an önemli ... Yoksa insan kendi gurursuzlugundan öyle bir tiksiniyor ki bir daha kimseye yaklaşamıyor korkusundan. Abuk sabuk konuşup kendini küçük düşürebiliyor. Ya da zamanla " bunu saymam yine beklerim" insanları dolusuyor çevresine. Ne olduğunu anlamadan. 
Bazı insanlar var kendini bilmez. Tevazuya tepki olarak dünyaya gelmiş adeta. Burnu Kaf Dagi'nda. Ama yok. Umut yitirmek yok. Etrafında bu noktaya gelmeni dört gözle bekleyen insanlar Jaws dişlerini göstere göstere dolaşırken,  I-ih yok öyle yağma. 
Ben biliyorum ki, olacak. Hayatimi yoluna koymak icin deli gibi cabalamisken hicbirsey bosa gitmeyecek. Tek bir gozyasim bile... Biliyorum gun gelecek kalbim hızla çarpacak. Telefonlara heyecanla bakacağım. Eskiden oldugu gibi gercek dostlar edindiğimi farkedecegim. Du' bakalım ne zaman :)

23 Haziran 2015 Salı

yok

Benim dünyamda yalan yok,
Hikaye de,
Gerçeğe donusmeyecek hayallere yer de yok,
Artık eskisi gibi insanları kafaya takip göğsümde ağırlıklarla yaşamaya da,
Insanlardan yediğim darbelerde sendelemek de yok,
Bana neden bunları yaşatıyorsunuz diye hayıflanmak da,
Aynı tip insanlar karşıma çıktığında küfür etmek de,
Bağır çağır tartışmak da yok,
Dobra dobra "sen bana bunu yaşattın, neden?" demek de,
Eskiden yaptığım gibi yalnızlıktan korkmak da,
Insanlari kaybetmemek için sevmediğim özelliklerine rağmen onlara "katlanmak" da,
Seviyormus gibi yapmak da, 
Kaderin sillesini yemiş gibi karalar bağlamak da yok,
Önünden pijama ipi sarkip gezen tipler için canımı sıkmak da,
Affetmedigim halde affetmis gibi yapmak da yok. 
Olmayacak da ...
Çok şükür ...




16 Haziran 2015 Salı

Nasıl sıcakkk

Iki gün önce arabanın derecesi fotoğrafta gördüğünüz rakamı gösteriyordu. Fotoğraf çok kötü, hatta hareket halindeyken çektim ama gözlerim öyle bir açılmıştı ki bu anı olumsuzlestirmek istedim. Aslinda amacim da sehir disindaki bir iki arkadaşa yollayip "bak hele nasil yaniyoruz simdiden" diyerek kendimi acindirmakti. Ozensizlik icin ozru borc bilirim. Herneyse yani goruldugu uzre tamı tamına 39 derece. Evet evet derece celcius. Bildiğin temmuz sıcağı yani.ama daha haziran ortasındayiz? Ama daha bunun temmuzu, ağustosu, pastırma yazı var? Ne halt edeceğiz çok merak ediyorum. Bugün zaten kombiyi açmadan musluk suyunun sıcaklığıyla duş alma günlerinin açılışını yapmış bulunuyorum. Yandık ki ne yandık ... Karneleri verdik sonunda ama heyecanla ohh sonunda diye iple çektiğim her önemli günde olduğu gibi bu da pek ugurlu gelmedi sanırım. Berbat bir hastalık silsilesiyle karşı karşıyayım. Önce "ay usuttum biraz galiba" diye düşünürken, bir iki saat sonra ateşim yükselmeye başladı. Tabi bunun günlerce süreceğini o sırada bilmiyordum. Birkaç gün önce oğlum ateslenmisti. Ve ben onun hasta olması durumunu öyle icsellestiriyorum ki o iyileştikten birkaç gün sonra ben de hasta oluyorum. Yow yow bana bulaştırmiyor. Ben "oğlum iyileşsin hemen ben hasta olayım kabul Allah'ım" diyorum. Ve buna bağlamayi tercih ediyorum. Sonuc olarak yüksek  ateş, enfeksiyondan kapanmak üzere bir sağ göz ve şiddetli boğaz enfeksiyonu sahibi oldum. Sürünerek hareket ediyorum. Neyse ki bugün okulda İdareciler isimlerinin gereğini yerine getirip "idare" ettiler de bıraz dinlenme fırsatım oldu. Keşke hep tatil olsa. Mevsim de ilkbahar. Eskiden "yaz" hastasıydim. Çocuğuma bu adı vericem falan diyordum, öyle bi mevsim sevgisi. Ama sanirim mutlu eden şey mevsim değilmiş, o mevsime ilgili iyi anılar biriktirmis olmaktan kaynaklı bir durummus. Normal insanlar gibi sıcaktan rahatsız olup ılık mevsim sevmeye başlamam da evlendiğim yıla tekabül eder bu nedenle. Hadi tüme varıp sonucu çıkaralım şimdi:) son haftalarin en ve hatta tek "iyi şeyler de var" dedirten durumu ise üç ay önce iki yaşını doldurmus oğlumun şahane şarkılar söylüyor olması. Hatta uzun hava tadında gözlerini kapatarak yorumluyor bazılarını:) beş ya da altı şarkı söylüyor. Ve bir o kadar da renk tanıyor. Bu yaşlardaki ogrenmeye açık durumları gerçekten çok şaşırtıcı. Ama ne yazık ki çikolata sevmeye ve hatta istemeye başladı. Uzun süre onu tatlıdan uzak tuttum evet ama artık kendi damak tadı oluşmaya başladı. Ayrıca hangi çocuk çikolata sevmez ki? Benimkinin bu konuda kime çektiği gayet ortada bence. Çünkü eve şöyle bir dolap yaptirasim var :) sanirim bunu da hangi kadin istemez ki? himmmm ...
Bu arada bu kare de en bayildigim çikolatacilardan birinin duvarından. Her gittiğimde ben de istiyorum geyiği yapıyorum.

7 Haziran 2015 Pazar

ayhhh

Bu yazı, paralel bir kaderi yana yana paylaştığım sevgili arkadaşım D ' den ilham alınmış bir kafa kurcalanmasi sonucunda yazılmıştır ve yüksek doz ironi içeren cümleler barındırmaktadır. 
Allah'im bir hayatı kontrol altında tutmak nasıl zor bir iştir yahu.
Ruhsal ve bedensel olarak ayakta kalmaya çalışmak, direnmek ve bunu dikkat çekmeden yapmaya çalışmak - zira boşanmış çocuklu kadının inanilmaz cüreti konulu kısa filme ilham kaynağı olabilirim- ne kadar zormuş. Ama olmuyor değil mi? Sen koca çeneli ve torba kadar olamayan koca ağızlı toplum, beceremezsin değil mi? 
Eşinden ayrılmış ve dahi çocuklu bir kadının layigi senin gozunde ancak evli bir erkek tarafından birlikte olmaya ikna edilmek mi yani? Pardon ama insanlar ne zaman bu kadar aşağılık hale geldi? Ben o dönemi kaçırmışim da.
Boşanalı bir bucuk yıl olmuş olan arkadaşıma "ee yok mu kalp atışını hızlandıran biri?" diye sordugumda aldigim cevap bu yönde olmamalıydı.
Biliyor musun sevgili toplum, ben artık biliyorum ki hayat komple bir illuzyon. Aslında gerçekle hiç alakası olmayan durumları gercekmis gibi gösterme sanatı. Tamamiyle bir göz yanılması. Kocasıyla en son beş gün önce karşılıklı konuşabilmis kadınların whatsapp iletisine "evli, mutlu, çocuklu" yazdığı bir illuzyon. Aynı kadınların çocuğuyla ayda bir kez 5 dakika oyun oynamak için zaman ayıran kocalarini her durumda can siperane savunduğu ve babasindan ayrı büyümek zorunda kalan çocuklara "Ayy yazikk çok da küçükk" deme cüreti sergileyebildikleri bir gösteri. Gerçek mutluluğu yaşamış aileler mutlaka var ve sözüm asla onlara değil. Kıskanmam da onları. Geçmiş zamanlarda çok özenmişligim elbette var. Olmaz mı. Ama çoktan gectim o duyguları. Herşey durumu kabullenmeyi ogrenene kadardı. Bu tür şeyler artık hissetmiyorum.
Ama sen toplum; biliyor musun ki, çocuğunu yalnız büyütecek olan o anne, ruhen pek çok evliden kat kat sağlıklı? Ve biliyor musun ki senin ona bu şekilde davranmaya hiç ama hiç hakkın yok?
Hayat akıp giderken arkada fon müzikleri çalmıyor. Hepimiz sık sık vitesi boşa alıp rampadan aşağı "inşallah bişey olmaz" diyerek baş aşağı salıyoruz. Hayatlarimiz kontrolden çıkabiliyor. Bazılarımız bir "kaçış rampasi" bulup yirtarken bazılarımız içine düştüğü çamur deryasindan kurtulmak için ölesiye çabalamak zorunda kalıyoruz. Ve sen toplum;  bunu bize yapma! Ayağımızdan bizi aşağı çekmeye çalışma. Bu kadar acımasız olma e mi canim?Hayatın kime ne getireceği belli olmaz.
Ne demiş ataerkil toplumumuzda sözü geçen atalarımız; gülme komşuna, gelir başına ...

28 Mayıs 2015 Perşembe

Rağmen

Devam ediyorum;  
Onca hataya,
Onca aptalliga, 
Onca vakit kaybına, 
kırılan kalbime,
Kırdığım kalplere, 
Harcadığım duygulara, 
Bir daha ayni saflikta sahip olamayacağım aşka,
Körelttigim yeteneklerime,
bozulan ellerime,
30 lu yaşlarıma, 
kaybettiğim arkadaşlarıma, 
Tuzla buz haldeki kalbime,
Jöle kıvamına gelmiş beynime, 
eskisi gibi olmayan ruh ve beden sağlığıma,
Hicbirseyin eskisi gibi olmayacak olmasına,
maddi manevi onca kaybıma,
bedellerin bu kadar ağır olmasına,
zamanı geri alamayacak olmama,
Aldığım kiloları vermek için deli gibi spor yapmak zorunda kalışıma,
ozguvenimin ciddi anlamda zedelenmis olmasına,
karşılıksız sevgiye hasret kalmış olmama ve bu yüzden de ailemin yanından hala ayrılmak istemememe,
Yanlış seçimlerin benden götürdüklerine,
insanlara olan güvenduygumun ölümcül yaralar almış olmasına,
Bekar anne olarak çocuk büyütecek olmanın ödümü koparmasina,
Fırtınalardan korunmak için kuytu bir köşe bulamamaktan deli gibi korkmama,
Bırakıp gittiklerimin delicesine mutlu olduğunu görmeme,
içimi kan ağlatan şeylerin çokluğuna,
Bazen bağıra bağıra ağlamak istesem de son 11 aydır annemden başka kimseye gözyaşımi gosterememis olmama,
çoğu zaman umutluyken ara sıra pesimistligin dibine vurmaya,
Ve bunu kimseye çaktırmamak için insan üstü bir çaba harcamama
RAĞMEN
devam ediyorum...




27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ağır

Dün nasıl ağır bir gündü,  nasıl kötü hissediyordum  kendimi. Yine herşey  kalbimin tam orta yerine yığıldı kaldı. Kaldığı  yerde şişti şişti şişti. Ogleden sonra bir ara artık nefes alamaz duruma getirdi beni. Öyle ki sabah spor yaparken kulagimda bangir bangir çalan müziğe herzaman yaptığım gibi dudaklarimi oynatarak eşlik etmedim. Bu benim için önemli bir sorun olduğunun işareti. Koştuğum halde slow ve depresif şarkılar dinledim. Yani şöyle düşünün, hani minibüste 5 saniye sonra şoföre "uygun bir yerde
inebilir miyim" diyecek olmanın gerginliği var ya, hani yerinden hafif dogrulup doğru anı beklersin. Iste o son 5 saniyedeki gerilimin tüm gün sürdüğünü düşünün. Bu arada ne yazık ki çok uzun zamandır toplu taşıma aracına binmedim. Benim yaramazla pek mümkün değil. Yoksa ben severim. Öğrenciyken Çankaya'da otobüs son durağında daha önce adını hiç duymadığım bir semtin otobüsüne biner, sonra da aynı otobüsle bindiğim  yere geri donerdim. Nasıl dertsiz tasasiz bir hayatsa artık :)
Bugün daha iyiyim. Ayağıma bağlanan taşı çıkarıp tekrar yüzeye yükseldim. Bu işten kurtulmadan bu tür günler bitmeyecek anladım ...

24 Mayıs 2015 Pazar

kafamda deli sorular

Bugün yine tipik bir Seferihisar cumartesisi geçirdik. Nasıl oluyor o? Şöyle oluyor efenim. Annemin yazlık evde yapacağı temizlikler, şunlar bunlar bir türlü bitmiyor. Benim bucur ortalıkta kosturmasin, ben de onun arkasından ha bire gidip gelerek ayak altında dolaşmayayim diye ben ve oğlum annem ve babamı evde bırakıyoruz. 2 saat kadar sahildeki çay bahçelerinde,  parklarda vakit geçirip sonra eve gidiyoruz. Gittigimizde işler hafiflemis oluyor.  Direkt öğle yemeği safhasina gecebiyoruz. Bugün yine parkta oynarken anne, 4 yasinda oldugunu rahmin ettigim oglu, anneanne ve dededen oluşan bir aile geldi. Ellerinde dondurmalarla. Anne belli ki yorulmuş ve bikmis. Birazcık dinlenme çabasında. Çocuk 10 adım ilerdeki parka gitmek için annesini suruklemeye çalışıyor. Anne de artık buyuksun,  ben burdan izliyorum sen git şeklinde karşılıyor bu çabayı. Onu çok iyi anlıyorum. Bazen iki dakika oturmak için bir bobregimi vermeye hazır olduğum zamanlar olmuyor değil. Ikisi sonunda parka birlikte gittiler. Ufaklık salıncağa bindi, annesi salladı ve tekrar yerine oturdu. Elbette bu kaçışın bir bedeli olacaktı. O gider gitmez bizimki kendini salıncaktan attı, yerde çıldırasiya ağlamaya başladı. Büyükler aralarında konuşuyorlar,  cok inatçı,  sakin ilgilenmeyelim şeklinde. Çocuk bunun uzerine bağırmanin  dozunu arttırdı. Hakli olarak tabi. Hatta bu arada daha bir bucuk ay once iki yasini doldurmus olan benim minik de bir cocuga bir bana bakiyor. Benimki, ufaklık kalksın diye elini uzattı. Bizim onunla bir çeşit oyunumuz bu. Onun canı daha fazla ilgi istediğinde -bunu sadece evde yapar tabi- yere oturur, "taldir mini anne" der. Ben de elimi uzatırim. Destek almış gibi yapıp kalkar sonra sariliriz vs. Herneyse benimkinin elini uzatmasina daha fazla bağırarak cevap verdi ufaklik. Ben tedirgin olmaya başladım. Evet benim bucur de bazen inatlasiyor, benim de görmezden gelerek söndürmeye çalıştığım davranışları oluyor ancak bu boyuttaki bir ağlamada tek yapılması gerekenin sadece sarılmak olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde yalnız birakmayi hiç doğru bulmuyorum. Sonunda anne teşhisi koydu: Evde hep babasıyla yuvarlanarak oynuyor, tüm oyunlarda babası var. Bu yüzden de tek başına nasıl oynanır bilmiyor. Bu kıyametin sebebi de buymus. Evet mantıklı bir yaklaşım olabir. Ama şimdi benim bucur parkta tek başına oynayabilir, sadece arada beni görmek ister. Bazen oyuna arkadaşa dalar onu bile aramaz. Hızlıca arkadaş edinir. Oyun kurar, kendince diğerlerini de çağırır. Tüm bunları babasının olmamasina mi borçluyum?  Ilk kez bir faydası mi oldu- olacak?  Bosanmis ailelerin çocuklarının kendi kendine daha rahat yettigini ve daha güçlü olabildiklerini okumuştum. Her aradığında hem anneyi hem babayı aynı anda yanında bulamadıklarından olsa gerek. Yani bi nevi kendi islerini kendileri halletmek zorunda kalıyor olabilirler. Bu iyi birsey mi bilemiyorum ama en azından güçlü ve kolay yıkılmayan bir birey olmasını elbette isterim. Pek çok yarası olacak zaten bu konuyla ilgili. Arizalarini madalya gibi göğsünde tasiyacagina öyle olması daha iyi. Bari bir faydası da olsun :)

22 Mayıs 2015 Cuma

Ah bu hard disc

Acaba kaç kişinin spor salonunda koşu bandında duygusallasip gözleri doluyordur merak ediyorum.  Spor yaparken dinlemek için telefonuma sevdiğim müzikleri yükledim. Kendime de hüzün yukluyormusum da farkında değilmişim. Placebo'dan girip Thé cure' dan çıktım. Arada led Zeppelin ve Zaz, Beirut. Hepsinden ikişer şarkı falan dinledim. Ama nasıl hüzünlendim anlatamam. Ne kadar mutluymusum. Ve bunun farkindaydim ben. Herşeyin sonradan tepetaklak olacagini kestiremesem de o günlerin,  o yillarin en rahat yıllarım oldugunun bilincindeydim.tekrar eskisi gibi uzun saatler müzik dinleyebilmeyi çok isterdim. Ama ne yazık ki böyle bir lüksüm yok. Daha sonra da hüzün dozunu biraz daha arttirmak istemiş olsam gerek ki, hard discimi karıştırdım. Yaklaşık 9-10 yıllık anılarım onun içinde. Yüzlerce fotoğraf, binlerce şarkı, onlarca albüm...
Hard disci o zamanlar asıl alma nedenim fotoğrafçılıkla uğraşıyor olmamdi. Yıllar önce şimdiki gibi yüksek çözünürlüklü makinalar ha deyince alınamıyordu. DSLR bir makinaya iki maaşımi falan yatirmistim. Fotoğrafları saklamak için de pc yeterli değildi. En zevk aldigim şey de fotoğraf çekmekti. Hayatım fotoğraf sitelerine fotoğraf yükleyip  fav. almak üzerine kuruluydu. Şimdi cektiklerime bakınca ayrı bir haz duyuyorum. Tabi yaşlanmış hissetmem de cabası. Şu ara tekrar fotoğrafa dönmeyi düşünüyorum. Tabi buna zaman ve para ayirabilecegimden emin olduktan sonra. Belki eskisi gibi yarışmalara katılmam, o kadar ilerletemeyebilirim ama kendimi mutlu etmenin yollarından biri tekrar fotoğraf çekmek.  Bunu biliyorum...
Sonradan not: can arkadaşım N, yeni makina almak istersem bağış yapacağını söyledi ve bu da benim için ayrıca mutluluk verici. Ondan bağış almak istediğimden değil;  benim gulumsememi önemseyen bir arkadaşım olduğu için mutluyum...
Eee güzel bir 50 mm'lik portre haketti :))









20 Mayıs 2015 Çarşamba

affetmek

Bugün çok acaip bir yağmur var İzmir'de.  Hiç tahmin etmediğimiz için - bizim yerimize Meteoroloji tahmin etmiş,  dikkate al değil mi? - baya baya  mahsur kaldık okulda. Önce hava hafif kapaliydi. Çocuklarla bahçeye çıktık, sonra çocuklar bizden önce sınıfa girince biz de kantine sığınma talebinde bulunduk mecburen. Aslında okula gelirken "aslında güneş gözlüğüne gerek yok sanırım bugun" dediğimde bunun olacağını tahmin etmeliydim.
Böyle havalarda daha bir depresif olduğum kesin. Altından kalkmaya çalıştığım tüm anılar zihnimdeki çekmecelerden birer birer fırliyor.
Klasiklerden birinde şöyle bir cümle okumuştum çok uzun yıllar once: "unutmak çoğu zaman bir lütuftur." Gerçekten de öyle. Unutmamak,  hatırlamak da insanı en cok yıpratan şey. Affetmek, herkesin kolaylıkla başarabilecegi bir is değil. Ama basaranlarin da kendine nasil bir iyilik yaptığı sanırım tartışılmaz. Yapilan bilimsel calismalarda affetmeyi basaran insanlarin Oksitosin ve seratonin seviyesinde inanilmaz bir artış görülmüş. Yani karşıdakinin kendini aklamasi için değil,  kendi mutluluğumuz için bunu yapmak zorundayız. Benim bunu aklımdan geçirmeye başlamama bile daha çoook var. Hiç affetmek gibi bir isteğim de yok. Yumuşamak veya iyi düşünmek asla istemiyorum. O kadar kolay değil yani. Belki oğlumu ve kendimi ayakta tutarken bundan besleniyorumdur da kendime henüz itiraf etmemişimdir.
A.B.D'de  yanilmiyorsam 49 kadini öldüren bir seri katilin mahkeme videosunu izlemiştim.tum kadınların ailelerine söz hakkı veriliyor ve hepsi tüm nefretini kusuyor. Ve adam hepsini dinlerken bir gram bile birsey hissetmiyor, hiçbir tepki verme gereği bile duymuyor. Hiçbiri umrumda değil diyor. Sonrasında yaklaşık 70 yaşında sakallı bir amca söz alıyor. "Kızımı öldürdün ama ben seni affediyorum" diyor. Seri katil hickiriklara boguluyor. Bu uç bir affedebilme örneği elbette. Ama etkisi ve sonucu bence de aynen bu.
Ben yapamam ama yapabiliyorsaniz siz mutlaka deneyin. Kendi  mutluluğunuz için. 

18 Mayıs 2015 Pazartesi

beyaz önlük

Oğlumu sabahları servise bindirmek için, 
evimizin karşısındaki kafenin önünde bekliyoruz. Orası 7/24 dolup taşan bir mekân. Sabahları da genellikle iş veya okuldan önce kahvaltı yapmak isteyenler geliyor. Orada yaklaşık iki haftadır yaşlarına bakarak Ege Üniversitesi'nde asistan olduğunu tahmin ettiğim beyaz önlüklü bir çift görüyordum. Hemen her sabah konuşmadan kahvaltilarini yapıyorlardı. Ve aralarında bir iki adım mesafeyle yürüyüp gidiyorlardi. Bu sabah o çift yavaş hamlelerle el ele tutusup gittiler. Tahminimce ilk elele tutusmalarina şahit oldum ve cok cok hoşuma gitti. Nedeni ise çok açık. Bu tür heyecanlar hayatımdan çıkalı çok olduğu için...

17 Mayıs 2015 Pazar

yaz yaz yaz'dim

Izmir'de yaz sezonu resmen açılmış uyandirayim vallahi.
Millet denize girmeye başlamış bile. Yazlık eve kışın havalar sogukken de sık sık giderdik,  bu güzel havalarda hiçbir haftasonunu es geçmiyoruz haliyle. Bugün de plajlarin olduğu başka bir bölgeye bir göz atalım dedik. Ohooo herkes çoluk çocuk kendini denize atmış bile. Hatta kopegiyle yuzenler de mevcuttu. Tam yaz mooduna girmis hissettim. Bizim için henüz erken tabi. Haziran sonunda ancak...
Tabi evin kapısına geldiğimizde annemin yazligin anatarini Izmir'de bıraktığını farketmesi kısa süreli bir şok yarattı ama çabuk toparlandik neyse ki. Gezerek ve evin bahçesinde biraz takılarak vakit geçirmiş olduk bu sayede. Birkaç hafta önce bu olay gerçekleşmiş olsaydı aglayarak eve donerdim galiba. Gelişme kaydediyorum:)

kızkıza

Ankara' da yakın olduğum arkadaşlarımdan ayrılmak beni çok üzmüstü. Iyi, kötü herşeyimizi paylaşırdik. Gündüz okulu bekleyemedigimizde whatsapp grubumuzdan hemen tık tık birbirimize herşeyi anlatirdik. Doğup büyüdüğüm yere geri döndükten sonra en çok o paylastiklarimizi, yakınlıgimizi ozler olmuştum. 
Ama buradaki okulumda da kısa sürede iki yakın arkadaş kazanma fırsatım oldu. Tıpkı oradaki gibi hararetli konuşmalar, yazışmalar gelişiyor aramızda ve ben bundan dolayı çok mutluyum. Arkadaşlarımdan biri N. fıstık gibi bir yeni evli. Aslında bir yılı dolacak ama bu benim için yeni evli sayılır. Diğer tatli mi tatlı arkadaşım ise F. O ise oldukça tecrübeli. Tahminimce evlilikte 10 yılı çoktan bitirmiştir. Bu süre içinde üç tane şeker çocuk sahibi olmuş. Bunu ilk duyduğumda inanamadım. Çünkü genelde en fazla iki çocuk duymaya alışık olduğumdan " vay be bravo" demiştim. Üç çocuğa rağmen sanırım 50 kilo falandir. Bu da onda beğendiğim bir diğer özellik. 
Bu akşam için,  biz bu üçlü kızkıza bir kaçamak yapmaya karar verdik. Ben iki - üç saatligine oğlumu anneannesiyle başbaşa bıraktım. N, Goztepe'den usenmeyerek yanımıza geldi. F ise eşini evde, 3 bebisini annesine bırakarak geldi. Bol sohbeti, bol kahkahali bir akşam geçirdik. Tabi evlilik dedikoduları döndürdük baya bi. Hepimize öyle iyi geldi ki dönüp oglumla yap-boz bile yaptım. Daha önce de söylemiştim, bir süre sonra sıkılıyorum. Sanırım ve umarım
ruhumdaki yaraları birer birer sariyorum. Hayatımdaki eksiklikleri teker teker gideriyorum. Bunu basaracagima inanmak bile benim için önemli bir adimdi oysa. 
Galiba ben, yazın da gelmesiyle iyileşiyorum...
Geçenlerde bir yerde değişik bir yazı okudum. Dünya dillerindeki çok acaip sözcük anlamlariyla ilgili. Pek cogunu yüzümde gulumsemeyle " nasıl ya, bu durum için sözcük mu üretmişler" diyerek okudum. Onlarca sözcük vardı ama aklımda şu kaldı mesela; 
Neko-neko (Endonezya dili) : işleri daha beter hale sokan parlak fikir. :))
Benim en çok aklımda kalan ve bende bu konudan bahsetme isteği uyandıran ise şu oldu:
Monono-aware (Japonca) : şeylerin geçiciliğini farkedip tatlı bir hüzün duymak. 
Japonlar'in bu aşmış sakin hallerinin felsefesi dillerine de yansımış yani.
Birgün ben de Monono-aware umarım :))
Bu olgunluğa erişmek için kaç fırın ekmek yemem gerekli acaba???

14 Mayıs 2015 Perşembe

Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk'un yazdigi Masumiyet Müzesi, O'nun en sevdiğim romanidir. Nasıl güzel bir hikâye,  nasıl şahane bir anlatım ...
Sanırım bu romanı okuyan pek çok kişide olduğu gibi benim de aklımda kalan en önemli cümle; 
"Hayatımın en mutlu günüymus, bilmiyordum." Ve yüzlerce kadın Füsun gibi sevilmek istemistir sanırım. En çok istemiş olanlardan biri de benimdir herhalde.
Hayat son 4 yılda bana pek de iyi davranmadı dürüst olmak gerekirse. Pek çok olumsuz şey yaşadım.  Beynimin "mutsuz anılar" çekmecesi taşarcasina dolu. Zaten balık olmam nedeniyle herşeyi gereğinden fazla içsellestiren bir yapım var. Hatta olaylara, durumlara olması gerekenden daha fazla anlam yüklediğimi de söyleyebilirim. Gerçi annem artık bir "balık" gibi davranmadigimi, uzun zaman önce can sıkıntısından internetten öğrendiğim yükselen burcum "yay" gibi olduğumu iddia ediyor. Çok gerginmisim. Tabi canım bu gerginliğimin nedeni yaşadıklarım değil, tamamen hain yay burcu. 
Herneyse asıl anlatmak istediğim konuya hızlı bir geçiş yapayım, zira yazı konusunda da konuşurken olduğu gibi gevezelesebiliyorum.
Izmir'de Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi'ni görme fırsatım oldu dün Itiraf edeyim çocukken de pek oyuncak sever bir çocuk değilmişim. Oglumla oynamaktan da kısa süre sonra sıkılıyorum. Amaaa bu müzeye tek kelimeyle bayıldım. Oyuncakların dunyasinin insanı böyle içine cekebilecegini hiç tahmin edemezdim. En yenisi 50-60 yıllık oyuncaklarla dolu iki katlı bir ev düşünün. 150 yillik oyuncaklar da mevcut bu evde. Heryer ahşap ve aydınlatması da harika. Kendimi "Alice" gibi hissettim. Hemen hepsi el yapımı. Zira çok eski olduklarindan o dönemler şimdiki gibi seri üretim oyuncakların olmadığı tahmin edilebilir bir durum.
Oyuncak evler, bebekler, çiftlikler, Kızılderili kampları ve daha neler neler. Sunay Akin'in armagan ettigi parcalar da var. Birden küçülüverdim, tekrar çocuk oldum ve hepsine dokunmak istedim. Elbetteki imkan dahilinde değil. Izin verilse de kiyamazdim sanırım. Gerçek masumiyetin bu olduğunu düşündüm. Iste bu tatlı ev de onun müzesi. Izmir'de yaşayanların şiddetle görmesini öneririm. Ben gittiğimde oğlum yanımda değildi. Hatta giderken onu da götursem mi diye düşündüm ama götürmemekle doğru karar vermişim. Oradaki tüm yetişkinlerin bile ağzının suyu akarken benim bucur almak için kıyameti koparirdi muhtemelen. Gidin görün derim. Orada geçireceğiniz yarım saatin nasıl iyileştirici bir etkisi olduğuna inanamayacaksiniz. Yeri ise Varyant'ta. Hem gitmişken enfes Izmir manzarasına da dalıp gitme fırsatınız olur. Hatta hemen 100 metre aşağısında Arkeoloji ve Etnografya Müzeleri'ni de görün benim yaptığım gibi.
İşte birkaç fotograf...





10 Mayıs 2015 Pazar

Biliyorum ...

     Artik biliyorum. Neyi mi???
Bir gün yine kendimi sevebilecegimi (şu an ufak dozlardayim),
Insanlarin içinde güvenilir olanların da olduğunu,
Ne kadar çabalarsam çabalayayim asla mükemmel annelik mertebesine ulaşamayacağımi(öyle bişey olmadığından belki de),
Akrabaligin alışkanlıktan ibaret olduğunu, sağlam bir dostluğun hepsini ezip geçebileceğini,
Zamanında okunan onca kitabın, izledigim onca filmin; insanı bir noktada daha dayanıklı yaptigini,
Hicbirseyin eskisi gibi olmayacağını ama yine de vazgecemeyecegimi,
Kalbimin bir gün yeniden carpabilecegini biliyorum.

7 Mayıs 2015 Perşembe

Kaç kaç kaç

Bazı insanlar var, hani sürekli insanı aşağı çekmeye çalışırlar.  
Moral vermeyi bırak, sanki her moral bozucu cümleleriyle kendi kredi kartlarına chip para yüklendiğini düşündürüyor bana boyleleri.
Ben de herzaman herkesin herşeyini begeniyor değilim ama bunu sinir bozucu şekilde dile getirmem hiçbir zaman. Ancak çok samimi olduğum bir arkadaşımsa, yakinligimiza dayanarak eleştiride bulunurum. O da belli dozlarda elbette. 
Fakat okulumda böyle bir model varmış meğer. Ben tabi ki çoğunlukla olduğu gibi en son haberdar olanim. Ve ne yazık ki deneyimleyerek öğrenmiş bulunuyorum.
- Hocam senin araba kaç model? ( neyse ki yakın bir yılın arabasi)
-..... model. 
- Sıfır alsaymissin ya keşke? (Kendisinin bmw'si var, ayrıca ek iş de yapiyormus.  Zira bir öğretmenin böyle bir araca sahip olması sık rastlanan bir durum degil)
- Ya işte bütçem buna uygundu. Of çok sıcak değil mi, yandık şimdiden vallahi...
- Gördüm ben, cami açacağına klimayi açsana hocam? (Bu arada daha önceden bir tanisikligimiz da yok, orada merhabalastik sadece ama sen'li ben'li konuşuyor. )
- Ben genelde açmamayi tercih ediyorum. ( klimalı ortamdan cikinca daha bir fenalasiyorum sicakta)
- Sen kaca aldın bu arabayi?
- ( içimden oflayarak) ...... tl.
- I- ih çok vermissin,  en fazla ..... tl yapar.
Artık bundan sonrasını duymazdan geldim, cevap vermedim,  sonraki cümleden sonra da ortamdan uzaklaştım. Bu arada ben 22 yaşımdan bu yana kendi paramla aldigim kendi arabamı kullaniyorum. 10 yılda toplam 4 kez araç değiştirdim ve bir kadın olarak arabalardan az çok anlıyorum.  Hangi özellik dahil olunca fiyat ne kadar artar konuya hakimim.  Ama yoook.
Bu modeller herseyin en iyisini bilir.
herşeyin en iyisini kullanır.
Senin yaptığın,  aldığın,  kullandığın, tukettigin herşeyin çok daha ucuzu ve kalitesi mutlaka onlardadir. Ve bu konuda eleştirmeye bayyyilirlar.
gulumsemeye tenezzül etmeyen yuzleriyle yukardan yukardan bakarlar.
Bu konuşmayı 5 dakika sonra öğretmen odasında anlattigimda bir arkadaşım şöyle şöyle deseydin ya dedi.
Ona cevabım da " amann onunla muhatap olup cevap vermeye değmez".
Gerçekten de öyle.
Mutlaka herkesin karşısına bir zaman bir yerlerde böyle insanlar çıkıyordur.aman diyim uzak durun.
birgün birileri de onlara aynı şeyi yaparsa belki o zaman anlayabirler, insanlara nasıl etki ettiklerini.
sonuçta ilahi adaletin zaman aşımı olmaz...

5 Mayıs 2015 Salı

uf neyse ki...

Sonunda haftalardir planladığım ama bir türlü adım atamadigim şeyi gerçekleştirdim. Hafta sonu güzel bir spor salonuna kayıt yaptirdim ve istekle gitmeye başladım.  Yapılan vücut analizinde sonuçlar rahmin ettiğim üzre pek de parlak çıkmadı.  Ama olsun en azından başladım ya kısa zamanda toparlarim diye düşünüyorum. Hayatımda hiç bu kiloyu görmemiştim ve haliyle kendime yakıştırmiyorum. Anneyle yaşamanın artık kilo olarak dayanılmaz agirligini yaşıyorum. Iki sabahtir benim bucur okula gittikten sonra kendimi atıyorum. 20 dakika koşarak başlıyorum. O teri atmak bana nasıl iyi geliyor anlatamam. Yapmaktan hoşlandigim herseyde dediğim gibi neden daha önce başlamadım??? hiç kilo vermesem bile sırf daha dayanıklı bir bedene sahip olabilmek için bile devam etmem gerektiğini düşünüyorum. 
Bu sabah daha önce hiç yapmadığım birşey yaptım. Yapmışım demek daha dogru olur sanirim. Saatin alarmıni dün farklı bir saate ayarlamıştim. Ve ne oldu? Sabah oğlumun servisi eve yaklaştığında aşağı inmemiz için telefonu hep caldirir, servis soforu caldirdiginda uyandım. 3 dakika içinde altını bile açmadan -neyse ki- akşamdan hazirladigim şort ve tişörtunu giydirip hoop aşağıya. Allah'tan bucur cabuk kendine geldi de toparlandik. Yetiştik tabi de ben niye böyle bir hata yaptım onu bilmiyorum. Boşluğuma geldi sanırım. Yorgun anneler dinlensin istiyoruz...

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Servis

Tamam hep kendi basının çaresine kolaylıkla bakabilen biriydim,  
Üniversiteden mezun olduktan sonra 5 yıl boyunca kendi isteğimle yalnız yaşadım, yüksek lisansa gece yarilari ıssız yollardan gelerek devam ettim. Berbat bir evlilikten sağ çıkmayı başardim. 
19 litrelik damacanalari 3. Kattaki daireme kucağımda çıkardım. Tabi karşılığında iflah olmaz bel ağrıları edindim ama apar topar ev tutunca asansör lüksü son sıralarda yer alıyor. 
Daha neler neler. 
Hepsi tamam...
Ama sadece arabamin ufak tefek eksikleri için servise gittiğimde kendimi bir garip hissediyorum. 
Tıpkı şu an arabanın yağ değişimini bekledigimde olduğu gibi.  
Bir erkeğin yaptığı pek çok şeyi ben de yapabiliyorum ama ay yok bu araba tamiriyle ugrasmayi hiç hiç sevmiyorum...

30 Nisan 2015 Perşembe

Ah bu ben...

Insanin kendiyle dalga geçebilmesinin iyi bir özellik oldugunu düşünüyorum.  Çünkü ego ve kibir had safhada değil anlamına geliyor kanımca. Ama tabi bu insan kendini dalga geçecek duruma getirsin demek değil. Bugün yaptığım şey aynen buydu. Bu sabah TEOG sınavında görevim vardı. Normalde bu sınavlara daima saat 08:00' de görev yerinde olacak sekilde giderim. Ama ne olduysa okuldakilerin "yok yeaaa, ne gerek var 08:30 ' da gitsen yeter, biz de öyle yapıcaz" demeleriyle geç gitmeye karar verdim. Gittiğim okulun müdürü benle birlikte 3 öğretmen hakkinda daha geç kaldığımız için tutanak tutacagini söyleyince o kızgınlıkla öğretmenlere yaptığınız bunca eziyet yeter temalı bir konuşma yaptım. Diğer öğretmenler alkışladı falan, ben daha bir gaza geldim.  Müfettişe kafa tuttum falan. Ardından mudur bey ben ve benim gibi geç kalan öğretmenlerle kendi odasında konuşmak istediğini söyledi. Belli ki niyeti bizi sakinlestirmekti. Odasında mudur beyi dinlerken gözüm masasındaki üst yazılı evraklara kaydı. Yanlış görüyorum sanırım dedim.  Panodaki okul ile ilgili diğer yazılara da göz gezdirdim. Evet gördüğüm son derece doğruydu.  Yanlış okula gelmiştim.  Bunu boşu boşuna tartışmadan önce farketsem sanırım daha iyi olurdu:)) kimseye bişey belli etmeden sakince 300 mt ilerdeki asıl okula gidip sınavi başlattım:) kimse neden geç kaldın demedi ve ben kimseye açıklama yapmak zorunda kalmadim. Bu da birkaç gün önce yanlış uçağa binerek bambaşka bir yere giden magazin ciftiyle dalga geçen bana ders olsun...

27 Nisan 2015 Pazartesi

Meğer

Artık köşeleri olan biri olmak istemiyorum. Daha yumuşak,  daha hoşgörülü olabilmek, daha sık "olur böyle şeyler" diyebilmek, daha rahat ve daha fazla " olmasa da olur" diyebilmek istiyorum. Deniyorum en azından.  Bundan birkaç ay öncesine kadar kendimde düzeltmek istediğim şeyleri aklımdan geçirmeyi bile kendime ihanet sayardim. Ama hayat böyle birşey değilmiş meğer.  Meğer mutsuz olduğun şeylerden kurtulmak için gereken tek şey cesaretmis. Ve yeterince cesursan altından kalkamayacagin zorluk yokmuş.  Henüz basedememis olsan bile zamanla ona da alısacağını, uyum sağlayacağını goruyormussun. Biliyorum ki korkunc bir durum gibi gorunen, ben olsam napardim dedigin pek çok şey -ozel ve buyuk acilar haric- dışardan göründüğü kadar zor ve berbat değilmiş. Ha evet kutlanası durumlar değil tabi ama hakikaten de insan ölmüyormus. Hayatın hiç de "tuh vah vahhh" gibi olmuyormus.
Hayatta direkt doğrular yokmuş mesela. Kırmızı elmanın suyu da kırmızı değilmiş. Yumurta görünce kaçan oğlum, bol baharatlı omlet yiyebiliyormus. Bir öğretmen olarak tüm öğrencilere eşit mesafede olmam gerekirken bazılarına ayrıcalık taniyabiliyormusum. Örneğin sinifimdaki anne- babası ayrılmış olan öğrenciye,  sırf annesinin hayatını biraz kolaylaştırmak adına pek çok konuda torpil yapabiliyor ve bununla da gurur duyuyormusum. Beyaz yazı tahtasına dalginlikla kurşun kalemiyle yazı yazmaya çalışan öğrenciyi süper sevimli bulabiliyormusum. Eskiden vakit kaybettirdigi için içimden oflayip puflardim oysa. 
Tuvalet kağıdının resmini görünce "masa örtüsü,  selpak mendil, yatak ortusu diyen öğrencilere "yuh artik" demeden sakince adını sil baştan ogretebiliyormusum. En önemlisi heyecanlanabiliyormusum. Maddi şeyler,  yeni alınan herhangi birsey hiçbirşey hissettirmezken, insanlara heyecanlanabiliyormusum. Ben... degisebilecegime, tekrar mutlu olabileceğime -şimdilik ara sıra da olsa- inanabiliyormus. Yanlış kararlar ne çok şeyi yakıp yıkmış meğer ve ben ne kadar çok çabalamak zorundaymisim...

17 Nisan 2015 Cuma

yine

Şu aralar öyle doluyum ki...
Hani kahve falı baktirirsin da "ayyy için kabarmış seninnn" denir ya...
Öyle bir içim kabarık şu aralar.
Yazmak istiyorum, içimi dökeyim,  dokebileyim istiyorum.
Ama yapamıyorum. 
Yine ağır geliyor hayat, yine terslikler,  yine yorgunluklar...
Toparlarim yine. Bu ilk değil ki. Ilk kez bıkkınlık duyuyor değilim.  
"Geçer geçer daha öncekiler gibi, 
Bu da geçer,  neler neler geçmedi ki..."
Güzel cümleler,  gelişmeler yazabilme dileğiyle. ..

10 Nisan 2015 Cuma

5 nisan

Benim bal oğlum,  pamuk oğlum... seni karnimin içinde değil de artık sıcak kucağımda büyütmeye başlayalı tam iki yıl oldu. Iki büyük yıl boyunca seni hep sarmaladim; hep sımsıkı kucakladim.  Çünkü benden başka seni göğsüne bastirip kalbine sokmak isteyecek pek kimse olmadı. Anneannenin ve dayinin hakkını yemek istemesem de eylül ayına kadar hep basbasaydik senle. Resmen "kimsemiz yoktu". Beni her uykusuz bıraktığın gece, yemek yemek istemediğin her öğün, birazcık dinlenmeye ihtiyacimin olduğu her an sana bağırmaya yeltendigim her saniye sana daha sıkı sarildim.  Çünkü bunu sana ve bana yapacak birbirimizden başka kimsemiz yoktu. sana kizdigim her an kendime daha çok kızdım.  Çünkü senin benden başka bir ailen yoktu. Hamileliğimden itibaren ikimiz hep basbasaydik.  Sevgini kimseyle paylaşmamak her ne  kadar şahane bir duygu olsa da bu bencil davranışı ben secmedim. Buna mecbur bırakıldık. Seni minicik bir bebekken ve sonrasında sevgi ve ilgi açlığına mahkum eden o insanların hep inatla tam gozlerinin içine baktım.  Ne kadar yerin dibinde olduklarını anlasınlar diye. Ama anlamadilar. Anlamayacaklar...
Onlar kendi kısır döngülerinde dönüp duracaklar ama hiçbir zaman bilmeyecekler ki kısır döngü asla yok olmayacak, sadece genişleyecek.  Aynı noktadan defalarca geçecekler fakat zamanla bunu farketmeyecekler bile. Yaşlanip göz bozulması bahanesinin ardına saklanacaklar ve gormeyecekler bile...Ama biz ikimiz her yıl bir öncekinden daha güçlü olacağız.  Daha umutlu. Ve umuyorum ki daha umursamaz. .. sen benim en degerlimsin. Kendini koltukta aşağıya attiginda yetişip kafanın altına elimi koymamin sebebi de bu. Insan olarak, kadın olarak en büyük sinavimsin. Düşe kalka geçmeye çalışıyorum.  Bazen yere kapaklaniyorum. Bazen yıgılıp kalkamiyorum. Ama mecburum. Nasıl böyle bencil davranabilirim ki. Kanayan dizlerimle tekrar yürümeye çalışıyorum sana tutunarak. Ve inadına kimseden nefret etmiyorum. Çünkü biliyorum ki nefret korkaklarin tek intikamidir.  Yok saymaya çalışıyorum.  Görmezden gelmeye. Saygı falan da duymuyorum. Tek amacım ikimizin mutlu bir geleceğe sahip olmasi. Maddi ve manevi tüm çabam bunun üzerine.
Yıllar geçsin.  Inşallah sağlıklı bir şekilde ben senin büyüdüğünü goreyim, sen de benim yaslandigimi gör. Sen ruh sağlığı yerinde dürüst ve iyi niyetli bir gence dönüş. Kadınlara saygı gösteren,  hirpalamak yerine yaralarını saran bir erkek ol. Fiziksel ve psikolojik olarak kimseye zarar verme. Inşallah sana bu özellikleri kazandirabilirim. Çünkü bir erkek annesi olarak işimin ne kadar zor oldugunun farkındayım.
Seni herseyden çok seviyorum bebeğim. Senin için canımı veririm. Insan hayatı evet kıymetli.  Ama iyi bir amaca hizmet ettiği sürece. ..senin mutluluğun da benim tek amacım. .. iyi ki dogdun bir tanem...

19 Mart 2015 Perşembe

Gece yarısı challenge'ı !!!

Kuzenim P ' ye ithafen; bu da benim gece "challenge'im":

Saat 04:05 "annee yimik yediyy" diye sayiklayarak uykudan uyansin;
Saat 04:07 uyanma tamamen gerçekleştikten sonra bağıra bağıra ağlamaya başlasın.
Saat 04:10 hiçbir sakinleştirme çabam sonuç vermesin. "Hadi gel kucağıma küçük kurbağayı söyleyeyim,  tamam bağırma kırmızı başlıklı kızı anlatayım ister misin? Tamam onu da anlatmayayim ."
Saat 04:15: yataktan çıkıp yanıma gelsin "anne talk (kalk)" diyerek elimden tutsun karanlikta evin içinde dolaşalım.
04:17: "anneanneee" diye tuttursun. Onun odasina gidelim.  Anneannenin kiyamayip "gel benle uyu" teklifini de beğenmesin ve tekrar ağlamaya başlasın.
04:22: zorla kendime çekip sarilayim, başını sonunda omzuma koysun, sallana sallana, ope koklaya sakinleştirmeye çalışayım.
04:25: su içmek üzere mutfağa gidelim. Uykusu iyice açılmasın diye hiçbir ışığı yine açmadan mutfakta su içelim.
04:27: yatağa dönmeyi kabul etsin. Koluma sarilsin. Onun kafası benim çeneme dayali tüm masal ve şarkı isteklerini yerine getireyim.
04:40: lokumcuk uykuya dalsin, ben de "acaba kreşte yemek yerken üstüne döktü de; bu yuzden onu azarlamış olabilirler mi? Neden anne yemek yedir diye ağladı?  Ya da yeterince yiyemedi, küçük olduğundan tekrar isteyemedi ve aç aç mi öğle uykusuna yattı?  Yeterince özen gösteriyorlar mi?" Şeklinde düşüncelerle vicdan azabıyla dolayim. Bunu nasıl öğrenebilirim diye fikir yürütmeye başlayayım.  Ama tüm bu süreçte sakinligimi koruyabildigim için kendimle gurur duyuyorum, o ayri.
saat 05:00: uykum tamamen kacsin, öğlen okula gitmeden bebisin okuluna yemek saatine denk getirecek şekilde uğramaya kesin karar vereyim. saat 07:30 ' da alarmla zor uyanıp oğlumu hazirlayayim. 100 değilse de bir 90 haketmisimdir sanırım. ..

17 Mart 2015 Salı

iyi ki mi acaba??

Bir gün benim de bu aşamaya gelecegime hiç ihtimal vermezdim.  Bütün özel günler o kadar önemli ve özeldi ki; anlam üstüne anlam yüklerdim. Heyecanlanmaya  günler öncesinden başlardım. Kaybettiğim arkadaşlarımla neşeli ve eğlenceli bir planimiz mutlaka olurdu. Sadece benim değil tüm yakın arkadaşlarım için aynı durum sozkonusuydu. Eğlenceli ve bol bol gulumsemeli fotograf dolu kutlamalar yapardık.  Öyle özlüyorum ki o günleri. Sonra evlilik girince işin içine benim beklenti dolu dogumgunlerim hep havada kaldı. Uydurup bir pasta almak dışında hiçbir önemi olmayan günler haline geldi. Sozunu ettigimde de gereksiz onem verdigim soylendi. Hele ki geçen yıl ki doğumgünümde aynı evin içinde sırf ben uzuleyim diye lafi bile edilmemiş bir gün olarak geçti. Sordugumda da kutlamayi hakedecek ne yapmistim ki? Kutlama dedigim de kiytirik bir "iyi ki dogdun". Demek ki oyle dusundurmemisim dedim. Dogdugum için mutlu değil kimse. Boyle hirpalana hirpalana bu yıl, bir önceki gün kuzen, gününde de  teyzem kutladiginda hatirladigim bir güne dönüştü.  Tabi bunda anne olmanın ve bildiğin tek ve en önemli doğum gününün minik bidiginin olması da çok etkili. 
Bugün benim 32. Doğumgünüm. Iyi ki dogmus muyum bilemedim şimdi.  Ama zaten ben asıl oğlumun doğduğu gün doğdum. 

13 Mart 2015 Cuma

uyku problemi

Şikayet etmeye hiç hakkımın olmadığı bir durumla karşı karşıyayım. Daha önceki yazımda oğlumun uyku saatlerinde değişiklik yapmaya çalıştığımdan bahsetmiştim.  Gayet de başarılı olduk. Üçüncü akşam saat 21:00' de esnemeye başladı. Fakat söyle bir sorun oldu ki tahminimden ya da umdugumdan diyelim, cok daha erken uyanmaya başladı.  Mesela 06:35 ile 06:50 arasında değişen saatlerde. E haliyle bu durum beni ve annemi çok yordu.  Dördüncü akşam tamam,  dedim.  Bu işten ben zararlı çıkacağım.  Nasılsa duruma uyum sağlayabilen bir çocuk.  Kreş zamanı alışır. Ertesi akşam herzamanki uyku saatinde yatağa gittik. Yani 23:00 civarı. Oh dedim sabah en azından saat sekiz gibi kalkar. Bir de ne göreyim, benim lokumun vücudu alismasin mi? Sabah yine 06:30 da kalmasın mi? Eyvahhh dedim,  ne halt ettim ben böyle. Bir sonraki sabah da aynı şey oldu. Ve ben çocuğu erken yatirmaya alıştırayim derken, tüm düzenini ellerimle bozdum. Ve akşam 22:30 -23:00 gibi uyuyan, sabah da 06:30 ' da uyanan bir terminator elde ettim. Özetle kendim ettim kendim buldum. Zaten stres ve kosturmacadan bir gariplesmis olan suratim da gözaltlarim iyice mosmor olmaya başladı. Yakında eski fotoğraflarına bakıp daha çok iç geçirir bir hale gelecegimden eminim. 
Evimizde evlenmeden önceki yıl kuzenin düğününde çekilmiş bir fotoğrafım var çerçeveli. Taptaze bir genç kız birilerini alkışlarken gulumsemisim sonra düğün çıkışında da o fotoğrafı almışız. Sac rengim de acik renk. Simdiki gibi kahve tonlari degil. Oğluma geçenlerde annem bu fotoğrafı gösterdi. "Bebisim kim bu fotoğraftaki" dedi.  Oglum da "abbla" deyince eveet dedim. Budur.  Gerçekler daha iyi yüzüme vurulamazdi. 
Oglum dün ilk uzun şarkısını söyledi.  "Ali baba bi çift va, inek mö mö". Gurur duyuyorum onunla:) müzikal zekası oldukça iyi. Hamileyken çok şarkı söylerdim ona. Minicik bir bebek iken de aglamalarini sadece şarkı söyleyerek durdurabilirdim. Şu anda da yatmadan önce şarkı söylememi ister. Bir şarkı duyduğunda hemen dans etmeye başlar. Bu durumu eğitim hayatında avantaja dönüştürmeyi planliyorum. Bkz: Çoklu zeka. Planladiklarimi hayata geçirmeme genelde Izin vermiyor ama bakalım terzi olarak kendi sökügümü dikebilecek miyim...