Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Mayıs 2015 Perşembe

Rağmen

Devam ediyorum;  
Onca hataya,
Onca aptalliga, 
Onca vakit kaybına, 
kırılan kalbime,
Kırdığım kalplere, 
Harcadığım duygulara, 
Bir daha ayni saflikta sahip olamayacağım aşka,
Körelttigim yeteneklerime,
bozulan ellerime,
30 lu yaşlarıma, 
kaybettiğim arkadaşlarıma, 
Tuzla buz haldeki kalbime,
Jöle kıvamına gelmiş beynime, 
eskisi gibi olmayan ruh ve beden sağlığıma,
Hicbirseyin eskisi gibi olmayacak olmasına,
maddi manevi onca kaybıma,
bedellerin bu kadar ağır olmasına,
zamanı geri alamayacak olmama,
Aldığım kiloları vermek için deli gibi spor yapmak zorunda kalışıma,
ozguvenimin ciddi anlamda zedelenmis olmasına,
karşılıksız sevgiye hasret kalmış olmama ve bu yüzden de ailemin yanından hala ayrılmak istemememe,
Yanlış seçimlerin benden götürdüklerine,
insanlara olan güvenduygumun ölümcül yaralar almış olmasına,
Bekar anne olarak çocuk büyütecek olmanın ödümü koparmasina,
Fırtınalardan korunmak için kuytu bir köşe bulamamaktan deli gibi korkmama,
Bırakıp gittiklerimin delicesine mutlu olduğunu görmeme,
içimi kan ağlatan şeylerin çokluğuna,
Bazen bağıra bağıra ağlamak istesem de son 11 aydır annemden başka kimseye gözyaşımi gosterememis olmama,
çoğu zaman umutluyken ara sıra pesimistligin dibine vurmaya,
Ve bunu kimseye çaktırmamak için insan üstü bir çaba harcamama
RAĞMEN
devam ediyorum...




27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ağır

Dün nasıl ağır bir gündü,  nasıl kötü hissediyordum  kendimi. Yine herşey  kalbimin tam orta yerine yığıldı kaldı. Kaldığı  yerde şişti şişti şişti. Ogleden sonra bir ara artık nefes alamaz duruma getirdi beni. Öyle ki sabah spor yaparken kulagimda bangir bangir çalan müziğe herzaman yaptığım gibi dudaklarimi oynatarak eşlik etmedim. Bu benim için önemli bir sorun olduğunun işareti. Koştuğum halde slow ve depresif şarkılar dinledim. Yani şöyle düşünün, hani minibüste 5 saniye sonra şoföre "uygun bir yerde
inebilir miyim" diyecek olmanın gerginliği var ya, hani yerinden hafif dogrulup doğru anı beklersin. Iste o son 5 saniyedeki gerilimin tüm gün sürdüğünü düşünün. Bu arada ne yazık ki çok uzun zamandır toplu taşıma aracına binmedim. Benim yaramazla pek mümkün değil. Yoksa ben severim. Öğrenciyken Çankaya'da otobüs son durağında daha önce adını hiç duymadığım bir semtin otobüsüne biner, sonra da aynı otobüsle bindiğim  yere geri donerdim. Nasıl dertsiz tasasiz bir hayatsa artık :)
Bugün daha iyiyim. Ayağıma bağlanan taşı çıkarıp tekrar yüzeye yükseldim. Bu işten kurtulmadan bu tür günler bitmeyecek anladım ...

24 Mayıs 2015 Pazar

kafamda deli sorular

Bugün yine tipik bir Seferihisar cumartesisi geçirdik. Nasıl oluyor o? Şöyle oluyor efenim. Annemin yazlık evde yapacağı temizlikler, şunlar bunlar bir türlü bitmiyor. Benim bucur ortalıkta kosturmasin, ben de onun arkasından ha bire gidip gelerek ayak altında dolaşmayayim diye ben ve oğlum annem ve babamı evde bırakıyoruz. 2 saat kadar sahildeki çay bahçelerinde,  parklarda vakit geçirip sonra eve gidiyoruz. Gittigimizde işler hafiflemis oluyor.  Direkt öğle yemeği safhasina gecebiyoruz. Bugün yine parkta oynarken anne, 4 yasinda oldugunu rahmin ettigim oglu, anneanne ve dededen oluşan bir aile geldi. Ellerinde dondurmalarla. Anne belli ki yorulmuş ve bikmis. Birazcık dinlenme çabasında. Çocuk 10 adım ilerdeki parka gitmek için annesini suruklemeye çalışıyor. Anne de artık buyuksun,  ben burdan izliyorum sen git şeklinde karşılıyor bu çabayı. Onu çok iyi anlıyorum. Bazen iki dakika oturmak için bir bobregimi vermeye hazır olduğum zamanlar olmuyor değil. Ikisi sonunda parka birlikte gittiler. Ufaklık salıncağa bindi, annesi salladı ve tekrar yerine oturdu. Elbette bu kaçışın bir bedeli olacaktı. O gider gitmez bizimki kendini salıncaktan attı, yerde çıldırasiya ağlamaya başladı. Büyükler aralarında konuşuyorlar,  cok inatçı,  sakin ilgilenmeyelim şeklinde. Çocuk bunun uzerine bağırmanin  dozunu arttırdı. Hakli olarak tabi. Hatta bu arada daha bir bucuk ay once iki yasini doldurmus olan benim minik de bir cocuga bir bana bakiyor. Benimki, ufaklık kalksın diye elini uzattı. Bizim onunla bir çeşit oyunumuz bu. Onun canı daha fazla ilgi istediğinde -bunu sadece evde yapar tabi- yere oturur, "taldir mini anne" der. Ben de elimi uzatırim. Destek almış gibi yapıp kalkar sonra sariliriz vs. Herneyse benimkinin elini uzatmasina daha fazla bağırarak cevap verdi ufaklik. Ben tedirgin olmaya başladım. Evet benim bucur de bazen inatlasiyor, benim de görmezden gelerek söndürmeye çalıştığım davranışları oluyor ancak bu boyuttaki bir ağlamada tek yapılması gerekenin sadece sarılmak olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde yalnız birakmayi hiç doğru bulmuyorum. Sonunda anne teşhisi koydu: Evde hep babasıyla yuvarlanarak oynuyor, tüm oyunlarda babası var. Bu yüzden de tek başına nasıl oynanır bilmiyor. Bu kıyametin sebebi de buymus. Evet mantıklı bir yaklaşım olabir. Ama şimdi benim bucur parkta tek başına oynayabilir, sadece arada beni görmek ister. Bazen oyuna arkadaşa dalar onu bile aramaz. Hızlıca arkadaş edinir. Oyun kurar, kendince diğerlerini de çağırır. Tüm bunları babasının olmamasina mi borçluyum?  Ilk kez bir faydası mi oldu- olacak?  Bosanmis ailelerin çocuklarının kendi kendine daha rahat yettigini ve daha güçlü olabildiklerini okumuştum. Her aradığında hem anneyi hem babayı aynı anda yanında bulamadıklarından olsa gerek. Yani bi nevi kendi islerini kendileri halletmek zorunda kalıyor olabilirler. Bu iyi birsey mi bilemiyorum ama en azından güçlü ve kolay yıkılmayan bir birey olmasını elbette isterim. Pek çok yarası olacak zaten bu konuyla ilgili. Arizalarini madalya gibi göğsünde tasiyacagina öyle olması daha iyi. Bari bir faydası da olsun :)

22 Mayıs 2015 Cuma

Ah bu hard disc

Acaba kaç kişinin spor salonunda koşu bandında duygusallasip gözleri doluyordur merak ediyorum.  Spor yaparken dinlemek için telefonuma sevdiğim müzikleri yükledim. Kendime de hüzün yukluyormusum da farkında değilmişim. Placebo'dan girip Thé cure' dan çıktım. Arada led Zeppelin ve Zaz, Beirut. Hepsinden ikişer şarkı falan dinledim. Ama nasıl hüzünlendim anlatamam. Ne kadar mutluymusum. Ve bunun farkindaydim ben. Herşeyin sonradan tepetaklak olacagini kestiremesem de o günlerin,  o yillarin en rahat yıllarım oldugunun bilincindeydim.tekrar eskisi gibi uzun saatler müzik dinleyebilmeyi çok isterdim. Ama ne yazık ki böyle bir lüksüm yok. Daha sonra da hüzün dozunu biraz daha arttirmak istemiş olsam gerek ki, hard discimi karıştırdım. Yaklaşık 9-10 yıllık anılarım onun içinde. Yüzlerce fotoğraf, binlerce şarkı, onlarca albüm...
Hard disci o zamanlar asıl alma nedenim fotoğrafçılıkla uğraşıyor olmamdi. Yıllar önce şimdiki gibi yüksek çözünürlüklü makinalar ha deyince alınamıyordu. DSLR bir makinaya iki maaşımi falan yatirmistim. Fotoğrafları saklamak için de pc yeterli değildi. En zevk aldigim şey de fotoğraf çekmekti. Hayatım fotoğraf sitelerine fotoğraf yükleyip  fav. almak üzerine kuruluydu. Şimdi cektiklerime bakınca ayrı bir haz duyuyorum. Tabi yaşlanmış hissetmem de cabası. Şu ara tekrar fotoğrafa dönmeyi düşünüyorum. Tabi buna zaman ve para ayirabilecegimden emin olduktan sonra. Belki eskisi gibi yarışmalara katılmam, o kadar ilerletemeyebilirim ama kendimi mutlu etmenin yollarından biri tekrar fotoğraf çekmek.  Bunu biliyorum...
Sonradan not: can arkadaşım N, yeni makina almak istersem bağış yapacağını söyledi ve bu da benim için ayrıca mutluluk verici. Ondan bağış almak istediğimden değil;  benim gulumsememi önemseyen bir arkadaşım olduğu için mutluyum...
Eee güzel bir 50 mm'lik portre haketti :))









20 Mayıs 2015 Çarşamba

affetmek

Bugün çok acaip bir yağmur var İzmir'de.  Hiç tahmin etmediğimiz için - bizim yerimize Meteoroloji tahmin etmiş,  dikkate al değil mi? - baya baya  mahsur kaldık okulda. Önce hava hafif kapaliydi. Çocuklarla bahçeye çıktık, sonra çocuklar bizden önce sınıfa girince biz de kantine sığınma talebinde bulunduk mecburen. Aslında okula gelirken "aslında güneş gözlüğüne gerek yok sanırım bugun" dediğimde bunun olacağını tahmin etmeliydim.
Böyle havalarda daha bir depresif olduğum kesin. Altından kalkmaya çalıştığım tüm anılar zihnimdeki çekmecelerden birer birer fırliyor.
Klasiklerden birinde şöyle bir cümle okumuştum çok uzun yıllar once: "unutmak çoğu zaman bir lütuftur." Gerçekten de öyle. Unutmamak,  hatırlamak da insanı en cok yıpratan şey. Affetmek, herkesin kolaylıkla başarabilecegi bir is değil. Ama basaranlarin da kendine nasil bir iyilik yaptığı sanırım tartışılmaz. Yapilan bilimsel calismalarda affetmeyi basaran insanlarin Oksitosin ve seratonin seviyesinde inanilmaz bir artış görülmüş. Yani karşıdakinin kendini aklamasi için değil,  kendi mutluluğumuz için bunu yapmak zorundayız. Benim bunu aklımdan geçirmeye başlamama bile daha çoook var. Hiç affetmek gibi bir isteğim de yok. Yumuşamak veya iyi düşünmek asla istemiyorum. O kadar kolay değil yani. Belki oğlumu ve kendimi ayakta tutarken bundan besleniyorumdur da kendime henüz itiraf etmemişimdir.
A.B.D'de  yanilmiyorsam 49 kadini öldüren bir seri katilin mahkeme videosunu izlemiştim.tum kadınların ailelerine söz hakkı veriliyor ve hepsi tüm nefretini kusuyor. Ve adam hepsini dinlerken bir gram bile birsey hissetmiyor, hiçbir tepki verme gereği bile duymuyor. Hiçbiri umrumda değil diyor. Sonrasında yaklaşık 70 yaşında sakallı bir amca söz alıyor. "Kızımı öldürdün ama ben seni affediyorum" diyor. Seri katil hickiriklara boguluyor. Bu uç bir affedebilme örneği elbette. Ama etkisi ve sonucu bence de aynen bu.
Ben yapamam ama yapabiliyorsaniz siz mutlaka deneyin. Kendi  mutluluğunuz için. 

18 Mayıs 2015 Pazartesi

beyaz önlük

Oğlumu sabahları servise bindirmek için, 
evimizin karşısındaki kafenin önünde bekliyoruz. Orası 7/24 dolup taşan bir mekân. Sabahları da genellikle iş veya okuldan önce kahvaltı yapmak isteyenler geliyor. Orada yaklaşık iki haftadır yaşlarına bakarak Ege Üniversitesi'nde asistan olduğunu tahmin ettiğim beyaz önlüklü bir çift görüyordum. Hemen her sabah konuşmadan kahvaltilarini yapıyorlardı. Ve aralarında bir iki adım mesafeyle yürüyüp gidiyorlardi. Bu sabah o çift yavaş hamlelerle el ele tutusup gittiler. Tahminimce ilk elele tutusmalarina şahit oldum ve cok cok hoşuma gitti. Nedeni ise çok açık. Bu tür heyecanlar hayatımdan çıkalı çok olduğu için...

17 Mayıs 2015 Pazar

yaz yaz yaz'dim

Izmir'de yaz sezonu resmen açılmış uyandirayim vallahi.
Millet denize girmeye başlamış bile. Yazlık eve kışın havalar sogukken de sık sık giderdik,  bu güzel havalarda hiçbir haftasonunu es geçmiyoruz haliyle. Bugün de plajlarin olduğu başka bir bölgeye bir göz atalım dedik. Ohooo herkes çoluk çocuk kendini denize atmış bile. Hatta kopegiyle yuzenler de mevcuttu. Tam yaz mooduna girmis hissettim. Bizim için henüz erken tabi. Haziran sonunda ancak...
Tabi evin kapısına geldiğimizde annemin yazligin anatarini Izmir'de bıraktığını farketmesi kısa süreli bir şok yarattı ama çabuk toparlandik neyse ki. Gezerek ve evin bahçesinde biraz takılarak vakit geçirmiş olduk bu sayede. Birkaç hafta önce bu olay gerçekleşmiş olsaydı aglayarak eve donerdim galiba. Gelişme kaydediyorum:)

kızkıza

Ankara' da yakın olduğum arkadaşlarımdan ayrılmak beni çok üzmüstü. Iyi, kötü herşeyimizi paylaşırdik. Gündüz okulu bekleyemedigimizde whatsapp grubumuzdan hemen tık tık birbirimize herşeyi anlatirdik. Doğup büyüdüğüm yere geri döndükten sonra en çok o paylastiklarimizi, yakınlıgimizi ozler olmuştum. 
Ama buradaki okulumda da kısa sürede iki yakın arkadaş kazanma fırsatım oldu. Tıpkı oradaki gibi hararetli konuşmalar, yazışmalar gelişiyor aramızda ve ben bundan dolayı çok mutluyum. Arkadaşlarımdan biri N. fıstık gibi bir yeni evli. Aslında bir yılı dolacak ama bu benim için yeni evli sayılır. Diğer tatli mi tatlı arkadaşım ise F. O ise oldukça tecrübeli. Tahminimce evlilikte 10 yılı çoktan bitirmiştir. Bu süre içinde üç tane şeker çocuk sahibi olmuş. Bunu ilk duyduğumda inanamadım. Çünkü genelde en fazla iki çocuk duymaya alışık olduğumdan " vay be bravo" demiştim. Üç çocuğa rağmen sanırım 50 kilo falandir. Bu da onda beğendiğim bir diğer özellik. 
Bu akşam için,  biz bu üçlü kızkıza bir kaçamak yapmaya karar verdik. Ben iki - üç saatligine oğlumu anneannesiyle başbaşa bıraktım. N, Goztepe'den usenmeyerek yanımıza geldi. F ise eşini evde, 3 bebisini annesine bırakarak geldi. Bol sohbeti, bol kahkahali bir akşam geçirdik. Tabi evlilik dedikoduları döndürdük baya bi. Hepimize öyle iyi geldi ki dönüp oglumla yap-boz bile yaptım. Daha önce de söylemiştim, bir süre sonra sıkılıyorum. Sanırım ve umarım
ruhumdaki yaraları birer birer sariyorum. Hayatımdaki eksiklikleri teker teker gideriyorum. Bunu basaracagima inanmak bile benim için önemli bir adimdi oysa. 
Galiba ben, yazın da gelmesiyle iyileşiyorum...
Geçenlerde bir yerde değişik bir yazı okudum. Dünya dillerindeki çok acaip sözcük anlamlariyla ilgili. Pek cogunu yüzümde gulumsemeyle " nasıl ya, bu durum için sözcük mu üretmişler" diyerek okudum. Onlarca sözcük vardı ama aklımda şu kaldı mesela; 
Neko-neko (Endonezya dili) : işleri daha beter hale sokan parlak fikir. :))
Benim en çok aklımda kalan ve bende bu konudan bahsetme isteği uyandıran ise şu oldu:
Monono-aware (Japonca) : şeylerin geçiciliğini farkedip tatlı bir hüzün duymak. 
Japonlar'in bu aşmış sakin hallerinin felsefesi dillerine de yansımış yani.
Birgün ben de Monono-aware umarım :))
Bu olgunluğa erişmek için kaç fırın ekmek yemem gerekli acaba???

14 Mayıs 2015 Perşembe

Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk'un yazdigi Masumiyet Müzesi, O'nun en sevdiğim romanidir. Nasıl güzel bir hikâye,  nasıl şahane bir anlatım ...
Sanırım bu romanı okuyan pek çok kişide olduğu gibi benim de aklımda kalan en önemli cümle; 
"Hayatımın en mutlu günüymus, bilmiyordum." Ve yüzlerce kadın Füsun gibi sevilmek istemistir sanırım. En çok istemiş olanlardan biri de benimdir herhalde.
Hayat son 4 yılda bana pek de iyi davranmadı dürüst olmak gerekirse. Pek çok olumsuz şey yaşadım.  Beynimin "mutsuz anılar" çekmecesi taşarcasina dolu. Zaten balık olmam nedeniyle herşeyi gereğinden fazla içsellestiren bir yapım var. Hatta olaylara, durumlara olması gerekenden daha fazla anlam yüklediğimi de söyleyebilirim. Gerçi annem artık bir "balık" gibi davranmadigimi, uzun zaman önce can sıkıntısından internetten öğrendiğim yükselen burcum "yay" gibi olduğumu iddia ediyor. Çok gerginmisim. Tabi canım bu gerginliğimin nedeni yaşadıklarım değil, tamamen hain yay burcu. 
Herneyse asıl anlatmak istediğim konuya hızlı bir geçiş yapayım, zira yazı konusunda da konuşurken olduğu gibi gevezelesebiliyorum.
Izmir'de Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi'ni görme fırsatım oldu dün Itiraf edeyim çocukken de pek oyuncak sever bir çocuk değilmişim. Oglumla oynamaktan da kısa süre sonra sıkılıyorum. Amaaa bu müzeye tek kelimeyle bayıldım. Oyuncakların dunyasinin insanı böyle içine cekebilecegini hiç tahmin edemezdim. En yenisi 50-60 yıllık oyuncaklarla dolu iki katlı bir ev düşünün. 150 yillik oyuncaklar da mevcut bu evde. Heryer ahşap ve aydınlatması da harika. Kendimi "Alice" gibi hissettim. Hemen hepsi el yapımı. Zira çok eski olduklarindan o dönemler şimdiki gibi seri üretim oyuncakların olmadığı tahmin edilebilir bir durum.
Oyuncak evler, bebekler, çiftlikler, Kızılderili kampları ve daha neler neler. Sunay Akin'in armagan ettigi parcalar da var. Birden küçülüverdim, tekrar çocuk oldum ve hepsine dokunmak istedim. Elbetteki imkan dahilinde değil. Izin verilse de kiyamazdim sanırım. Gerçek masumiyetin bu olduğunu düşündüm. Iste bu tatlı ev de onun müzesi. Izmir'de yaşayanların şiddetle görmesini öneririm. Ben gittiğimde oğlum yanımda değildi. Hatta giderken onu da götursem mi diye düşündüm ama götürmemekle doğru karar vermişim. Oradaki tüm yetişkinlerin bile ağzının suyu akarken benim bucur almak için kıyameti koparirdi muhtemelen. Gidin görün derim. Orada geçireceğiniz yarım saatin nasıl iyileştirici bir etkisi olduğuna inanamayacaksiniz. Yeri ise Varyant'ta. Hem gitmişken enfes Izmir manzarasına da dalıp gitme fırsatınız olur. Hatta hemen 100 metre aşağısında Arkeoloji ve Etnografya Müzeleri'ni de görün benim yaptığım gibi.
İşte birkaç fotograf...





10 Mayıs 2015 Pazar

Biliyorum ...

     Artik biliyorum. Neyi mi???
Bir gün yine kendimi sevebilecegimi (şu an ufak dozlardayim),
Insanlarin içinde güvenilir olanların da olduğunu,
Ne kadar çabalarsam çabalayayim asla mükemmel annelik mertebesine ulaşamayacağımi(öyle bişey olmadığından belki de),
Akrabaligin alışkanlıktan ibaret olduğunu, sağlam bir dostluğun hepsini ezip geçebileceğini,
Zamanında okunan onca kitabın, izledigim onca filmin; insanı bir noktada daha dayanıklı yaptigini,
Hicbirseyin eskisi gibi olmayacağını ama yine de vazgecemeyecegimi,
Kalbimin bir gün yeniden carpabilecegini biliyorum.

7 Mayıs 2015 Perşembe

Kaç kaç kaç

Bazı insanlar var, hani sürekli insanı aşağı çekmeye çalışırlar.  
Moral vermeyi bırak, sanki her moral bozucu cümleleriyle kendi kredi kartlarına chip para yüklendiğini düşündürüyor bana boyleleri.
Ben de herzaman herkesin herşeyini begeniyor değilim ama bunu sinir bozucu şekilde dile getirmem hiçbir zaman. Ancak çok samimi olduğum bir arkadaşımsa, yakinligimiza dayanarak eleştiride bulunurum. O da belli dozlarda elbette. 
Fakat okulumda böyle bir model varmış meğer. Ben tabi ki çoğunlukla olduğu gibi en son haberdar olanim. Ve ne yazık ki deneyimleyerek öğrenmiş bulunuyorum.
- Hocam senin araba kaç model? ( neyse ki yakın bir yılın arabasi)
-..... model. 
- Sıfır alsaymissin ya keşke? (Kendisinin bmw'si var, ayrıca ek iş de yapiyormus.  Zira bir öğretmenin böyle bir araca sahip olması sık rastlanan bir durum degil)
- Ya işte bütçem buna uygundu. Of çok sıcak değil mi, yandık şimdiden vallahi...
- Gördüm ben, cami açacağına klimayi açsana hocam? (Bu arada daha önceden bir tanisikligimiz da yok, orada merhabalastik sadece ama sen'li ben'li konuşuyor. )
- Ben genelde açmamayi tercih ediyorum. ( klimalı ortamdan cikinca daha bir fenalasiyorum sicakta)
- Sen kaca aldın bu arabayi?
- ( içimden oflayarak) ...... tl.
- I- ih çok vermissin,  en fazla ..... tl yapar.
Artık bundan sonrasını duymazdan geldim, cevap vermedim,  sonraki cümleden sonra da ortamdan uzaklaştım. Bu arada ben 22 yaşımdan bu yana kendi paramla aldigim kendi arabamı kullaniyorum. 10 yılda toplam 4 kez araç değiştirdim ve bir kadın olarak arabalardan az çok anlıyorum.  Hangi özellik dahil olunca fiyat ne kadar artar konuya hakimim.  Ama yoook.
Bu modeller herseyin en iyisini bilir.
herşeyin en iyisini kullanır.
Senin yaptığın,  aldığın,  kullandığın, tukettigin herşeyin çok daha ucuzu ve kalitesi mutlaka onlardadir. Ve bu konuda eleştirmeye bayyyilirlar.
gulumsemeye tenezzül etmeyen yuzleriyle yukardan yukardan bakarlar.
Bu konuşmayı 5 dakika sonra öğretmen odasında anlattigimda bir arkadaşım şöyle şöyle deseydin ya dedi.
Ona cevabım da " amann onunla muhatap olup cevap vermeye değmez".
Gerçekten de öyle.
Mutlaka herkesin karşısına bir zaman bir yerlerde böyle insanlar çıkıyordur.aman diyim uzak durun.
birgün birileri de onlara aynı şeyi yaparsa belki o zaman anlayabirler, insanlara nasıl etki ettiklerini.
sonuçta ilahi adaletin zaman aşımı olmaz...

5 Mayıs 2015 Salı

uf neyse ki...

Sonunda haftalardir planladığım ama bir türlü adım atamadigim şeyi gerçekleştirdim. Hafta sonu güzel bir spor salonuna kayıt yaptirdim ve istekle gitmeye başladım.  Yapılan vücut analizinde sonuçlar rahmin ettiğim üzre pek de parlak çıkmadı.  Ama olsun en azından başladım ya kısa zamanda toparlarim diye düşünüyorum. Hayatımda hiç bu kiloyu görmemiştim ve haliyle kendime yakıştırmiyorum. Anneyle yaşamanın artık kilo olarak dayanılmaz agirligini yaşıyorum. Iki sabahtir benim bucur okula gittikten sonra kendimi atıyorum. 20 dakika koşarak başlıyorum. O teri atmak bana nasıl iyi geliyor anlatamam. Yapmaktan hoşlandigim herseyde dediğim gibi neden daha önce başlamadım??? hiç kilo vermesem bile sırf daha dayanıklı bir bedene sahip olabilmek için bile devam etmem gerektiğini düşünüyorum. 
Bu sabah daha önce hiç yapmadığım birşey yaptım. Yapmışım demek daha dogru olur sanirim. Saatin alarmıni dün farklı bir saate ayarlamıştim. Ve ne oldu? Sabah oğlumun servisi eve yaklaştığında aşağı inmemiz için telefonu hep caldirir, servis soforu caldirdiginda uyandım. 3 dakika içinde altını bile açmadan -neyse ki- akşamdan hazirladigim şort ve tişörtunu giydirip hoop aşağıya. Allah'tan bucur cabuk kendine geldi de toparlandik. Yetiştik tabi de ben niye böyle bir hata yaptım onu bilmiyorum. Boşluğuma geldi sanırım. Yorgun anneler dinlensin istiyoruz...

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Servis

Tamam hep kendi basının çaresine kolaylıkla bakabilen biriydim,  
Üniversiteden mezun olduktan sonra 5 yıl boyunca kendi isteğimle yalnız yaşadım, yüksek lisansa gece yarilari ıssız yollardan gelerek devam ettim. Berbat bir evlilikten sağ çıkmayı başardim. 
19 litrelik damacanalari 3. Kattaki daireme kucağımda çıkardım. Tabi karşılığında iflah olmaz bel ağrıları edindim ama apar topar ev tutunca asansör lüksü son sıralarda yer alıyor. 
Daha neler neler. 
Hepsi tamam...
Ama sadece arabamin ufak tefek eksikleri için servise gittiğimde kendimi bir garip hissediyorum. 
Tıpkı şu an arabanın yağ değişimini bekledigimde olduğu gibi.  
Bir erkeğin yaptığı pek çok şeyi ben de yapabiliyorum ama ay yok bu araba tamiriyle ugrasmayi hiç hiç sevmiyorum...